Big Bang, Uzay-Zaman ve Evrenin Programlı Gelişimi: Çarşaf Benzetmesinden Mutlak Bilince


Big Bang, Uzay-Zaman ve Evrenin Programlı Gelişimi: Çarşaf Benzetmesinden Mutlak Bilince

Yazan: Cevat ORHAN

Evrenin kökeni ve işleyişi, insanlığın varoluşundan bu yana merak ettiği en büyük sorulardan biri olmuştur. Modern bilim, Big Bang Teorisi gibi açıklamalarla bu sorulara ışık tutmaya çalışsa da, kullanılan benzetmeler ve modeller çoğu zaman evrenin gerçek dinamiklerini tam olarak yansıtmaktan uzak kalır. Özellikle uzay-zamanın "çarşaf" benzetmesi, bu konudaki kısıtlı algımızı ortaya koyan önemli bir örnektir.

Çarşaf Benzetmesinin Sınırları ve Uzay-Zamanın Dinamizmi

Big Bang teorisinde kütleçekimini açıklamak için sıkça kullanılan çarşaf benzetmesi, madde ve enerjinin uzay-zamanı nasıl büktüğünü görselleştirmede etkili olsa da, evrenin gerçekliğini tam olarak yansıtmaz. Bu benzetme, uzay-zamanı pasif, sabit bir zemin gibi gösterirken, madde ve enerjinin sadece onu etkilediği, ancak uzay-zamanın kendisinin madde ve enerjinin hareketini belirlemediği yanılgısını yaratır. Oysa Einstein'ın Genel Görelilik Teorisi'ne göre, uzay-zaman dinamiktir ve madde-enerji ile karşılıklı bir etkileşim içindedir. Madde ve enerji uzay-zamanı bükerken, uzay-zaman da madde ve enerjiye nasıl hareket edeceğini "söyler". Bu karşılıklı ilişki, kütleçekiminin temelini oluşturur.

Ayrıca, çarşaf benzetmesi, evrenin durağan olmadığı gerçeğini de göz ardı eder. Evrenimiz, Big Bang'den beri sürekli olarak genişlemektedir. Eğer uzay-zaman, benzetmedeki gibi "çok sağlam bir gerginliğe" sahip bir çarşaf olsaydı, madde ve enerji ya onu "delip geçecek" ya da "fırlayıp gidecekti". Bu durum, bilinen fizik yasalarıyla ve kütleçekiminin işleyişiyle çelişirdi. Zira kütleçekimi, uzay-zamanın esnekliği sayesinde var olur; kütleçekimsel dalgaların varlığı da bu esnekliğin en somut kanıtıdır.

Evrenin Genişlemesi ve Döngüsel Hareketin Rolü

Evrenin bu dinamik yapısını anlamak için, çarşaf benzetmesinden uzaklaşarak diyalektik bir bakış açısı benimsememiz gerekir. Evren, pasif bir zemin değil, sürekli bir hareket, değişim ve etkileşim içindedir. Big Bang'in kendisi, uzay-zamana ve içindeki her şeye muazzam bir enerji ve momentum kazandıran bir başlangıç olmuştur. Evrenin genişlemesini, bir balonun şişmesi gibi düşünebiliriz; genişleyen şey, uzay-zamanın kendisidir.

Peki, evreni genişleten nedir? İlk patlama ile birlikte verilen "ilk komut" veya başlangıç koşullarıyla, evrenin adeta savrulduğunu ve bu savrulmanın içindeki döngüsel durumun evreni genişlettiğini düşünmek mümkündür. Güncel kozmolojide, bu genişlemenin hızlandığı ve buna karanlık enerjinin neden olduğu kabul edilmektedir. Karanlık enerji, uzay-zamanın içsel bir özelliği olarak, genişlemeyi hızlandıran itici bir etki yaratır. Evrenin içindeki gezegenlerin yıldızlar etrafındaki yörüngeleri, galaksilerin dönüşü gibi tüm döngüsel hareketler, bu kozmik "savrulmanın" ve genişlemenin bir parçasıdır. Bu model, tekli evren senaryosunun yanı sıra, çoklu evrenler teorileri için de uygun bir çerçeve sunabilir; zira her bir evren kendi "ilk komutu" ve "savrulma" süreciyle oluşmuş olabilir.

Yoğun Enerjinin Programlanmış Gelişimi: Ağaç Tohumu Misali

Evrenin bu "savrulma" ve "döngüsel hareket" ile genişlemesi, aşırı yoğun enerjinin programlanmış bir şekilde evrimleştiği fikrini güçlendirir. Bu durumu bir ağaç tohumuna benzetebiliriz:

Bir tohum, içinde koca bir ağacın tüm potansiyelini ve "programını" barındıran yoğun bir enerji paketidir. Uygun koşullarda filizlenir ve içindeki programa göre, döngüsel hücresel ve metabolik süreçlerle büyür, dallanır, yapraklanır, meyve verir. Bu büyüme, tohumdaki "ilk komutun" ve "programın" bir sonucudur.

Benzer şekilde, Big Bang anındaki aşırı yoğun enerji ve madde de, evrenin gelecekteki genişlemesini, fiziksel yasaların oluşumunu, parçacıkların, yıldızların ve galaksilerin ortaya çıkışını içeren bir tür kozmik "program" gibiydi. Evrendeki düzenlilikler ve döngüsel dinamikler, bu "programın" işleyişini yansıtır.

Teknolojik Programlama ve Kozmik Düzen: Mutlak Bilince Yolculuk

Günümüz modern dünyasında, teknolojinin her alanında "programlama" ve "algoritmaların" merkezi rolü, evrenin işleyişine dair bu "programlanmış" bakış açısını daha da pekiştiriyor. Yapay zekadan robotik sistemlere kadar her şey, belirli bir mantık ve düzen içinde kodlanmış programlarla işler. Eğer evren de "ilk oluş" anında belirli bir "programla" başladıysa, bu programın etkileri evrenin her köşesine, en küçük parçacıklardan en büyük yapılara kadar sirayet etmiş olmalıdır.

Bu derinlemli düşünce bizi, evrenin bu denli kusursuz bir düzen ve işleyişe sahip olmasının ardında, bilinçten sirayet eden bir gücün olması gerektiği sonucuna götürür. Evrendeki bu hassas "programlama" ve "emirle" işleyen düzenlilik, hiçbir şeyin kendiliğinden, rastlantısal olarak var olmadığını düşündürür. Bu durum, insan aklının sınırlı algısının ötesinde, zamandan ve mekandan münezzeh, insan aklının kavramakta zorlandığı bir mutlak Yaratıcı'nın varlığının olmazsa olmazlığını ortaya koyar.

Bilim, evrenin "nasıl" çalıştığına dair muazzam bilgiler sunar; gözlemler, deneyler ve teorilerle fiziksel gerçekliği anlamaya çalışırız. Ancak bilimin bu çabaları, kendi içinde bulunduğu evrenin sınırları dahilinde kalır. Evrenin "neden" var olduğu, bu "kozmik programın" kaynağının ne olduğu gibi sorular, bilimin yetki alanının dışına çıkar ve felsefe ile teolojinin ilgi alanına girer.

Fıtratın Sesi ve Varoluşun Gayesi

İnsan fıtraten belli bir Yaratıcı'nın varlığına ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç, insanın içine kodlanmış bir arayış, bir hakikat özlemidir. İnsan aklı, iradesi, zekâsı ve idrak yeteneği, bu evrenin içinde yaşarken Yaratıcı'yı bulmak ve O'nu tanımak üzere verilmiştir. Bu dünyadaki asli görevimiz, Allah'ı tanıma vazifesini yerine getirmektir. Kutsal metnimiz olan Kur'an-ı Kerim'de de şu şekilde ifade edilir: "Ruhlara 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' dendiğinde, onlar 'Evet!' dediler" ifadesi, bu varoluşsal anlaşmayı ve insanın fıtratındaki bu derin bilme arzusunu çok güzel bir şekilde ortaya koyar.

Gerçek amacımız, Rabbimizi bilmek, O'nu tanımak ve yeryüzünde O'nun adaletini, düzenini tesis etmek, yani O'nun halifesi olmaktır. Dünya üzerinde hiçbir işin, hiçbir şeyin tesadüfen olmaması da bunun en büyük kanıtıdır. "Biz Allah içiniz ve O'na döndürüleceğiz" inancı, varoluşumuzun nihai gayesini ve bu dünya hayatının bir imtihan olduğu gerçeğini vurgular. Kainatın belli bir sistem ve düzen içinde yaratılması, yaşam süresince her şeyin belli bir yörüngede olması ve yine bir sürü inancın ortaya çıkması da bunların kanıtıdır.

Sonuç

Tüm bu çıkarımlar ışığında, evrendeki hiçbir şeyin tesadüfi olmadığı ve belli bir program dahilinde işlediği açıktır. Zira en sonunda dönüş O'nadır; insanın ölümü ve her şeyin sonlu olması bunun en büyük kanıtıdır. Bakî olan, ezeli ve ebedi olan, mutlak olan ve her şeyin hâkimi olan Allah'tır.                  Cevat ORHAN 

               

Yorumlar

Popüler Yayınlar