Evrenin Kodu, Bilincin Aynası: Kuantumdan Tasavvufa Varlığın Sırları
Evrenin Kodu, Bilincin Aynası: Kuantumdan Tasavvufa Varlığın Sırları
Cevat ORHAN
Giriş: Perdenin Arasından Bakmak :
İnsanlık varoluşundan beri en temel soruların peşinde koşmuştur: "Biz kimiz? Neden buradayız? Gerçeklik dediğimiz şey tam olarak nedir?" Bu sorulara yanıt arayışı, kimi zaman bilimin gözleme ve deneye dayalı soğuk ve mantıksal dünyasına, kimi zaman ise maneviyatın inanç, içsel deneyim ve metafiziksel alanlara uzanan sıcak ve sezgisel derinliklerine yönelmiştir. Uzun yıllar boyunca birbirine zıt kutuplarda görünen bu iki alan –bilim ve maneviyat– günümüzde şaşırtıcı bir şekilde birbirine yakınlaşıyor. Modern fiziğin, özellikle de kuantum mekaniği ve simülasyon teorisinin son bulguları, kadim tasavvuf ve felsefenin binlerce yıldır dile getirdiği sezgisel hakikatlerle çarpıcı benzerlikler gösteriyor. Kuran'ın "Biz her an yaratış halindeyiz" (Rahman Suresi, 29. Ayet) ifadesi, bu ezeli dinamizmi açıkça ortaya koyarak, bilimin ulaştığı en yeni anlayışlarla kadim ilahi mesajların nasıl buluştuğunu göstermektedir.
Bu makalede, bu iki büyük bilgi arayışının nasıl bir araya geldiğini keşfedeceğiz. Evrenin sadece fiziksel bir olgu olmaktan öte, derin bir bilinç ve anlam taşıdığı fikrini ele alacak, bilimin vardığı son noktalarla İslam düşüncesinin büyük bilginlerinin (Fârâbî, İbn Arabi, Mevlânâ, İmam Gazâlî, Abdulkadir Geylânî, Yunus Emre ve Aziz Mahmud Hüdayi) kadim öğretileri arasında köprüler kuracağız. Amacımız, varoluşun gizemlerine dair bütüncül bir bakış sunarak, perdenin ardında yatan gerçeğe bir adım daha yaklaşmak.
Bölüm 1: Bilimin Fısıltıları: Evren Bir Program mı, Bir Bilinç mi?
Çağdaş fizik, içinde yaşadığımız evrenin sandığımızdan çok daha tuhaf ve karmaşık olduğunu fısıldıyor. En temel düzeyde bile, "gerçeklik" kavramı, bilimsel keşiflerle sürekli yeniden tanımlanıyor. Bu alandaki en düşündürücü fikirlerden biri, evrenimizin aslında gelişmiş bir bilgisayar simülasyonu olabileceği hipotezi.
Simülasyon Teorisi: Kodlanmış Bir Gerçeklik mi?
Oxford Üniversitesi'nden filozof Nick Bostrom'un "Simülasyon Argümanı" ile popülerleşen bu teoriye göre, gelecekteki çok gelişmiş bir uygarlığın, kendi atalarının veya alternatif evrenlerin son derece detaylı simülasyonlarını çalıştırabilecek gücü olması muhtemeldir. Eğer bu mümkünse ve böyle bir uygarlık varsa, istatistiksel olarak bizim de simüle edilmiş bir gerçeklik içinde yaşama ihtimalimiz oldukça yüksek. Bu fikrin temelinde, evrenin işleyişini belirleyen fizik yasalarının, tıpkı bir bilgisayar kodu gibi belirli matematiksel denklemler ve algoritmalarla çalışması yatar. Evrendeki her bir etkileşim, bir programın satırları gibi, kusursuz bir düzen içinde gerçekleşir.
Kuantum Gözlem ve Gözlemci Etkisinin Esrarı :
Simülasyon teorisini destekleyen en çarpıcı bilimsel fenomenlerden biri de kuantum mekaniğindeki gözlemci etkisidir. Atom altı parçacıklar, yani evrenin en küçük yapı taşları, biz onları gözlemleyene kadar belirsiz bir "olasılık dalgası" olarak var olurlar. Ancak bir gözlem yapıldığında, bu olasılık dalgası "çöker" ve parçacık belirli bir konumu veya durumu alır. Tıpkı bir video oyununda, bir karakterin yaklaştığı alanların detaylı olarak "render" edilmesi gibi, kuantum dünyasında da gerçeklik, sanki sadece "ihtiyaç duyulduğunda" belirginleşiyor gibidir. Bu durum, "gerçeklik nedir?" sorusunu yeniden gündeme getiriyor ve evrenin dinamik, etkileşimli bir yapı olduğunu gösteriyor.
Frekanslar ve Titreşen Evrenin Orkestrası:
Modern fizik, evrendeki her bir zerrenin aslında belirli frekanslarda titreşen enerji alanlarından ibaret olduğunu söylüyor. Örneğin, Sicim Teorisi'ne göre, evrenin en temel yapı taşları, farklı frekanslarda titreşen minik "sicimlerdir" ve bu farklı titreşim modları, bildiğimiz tüm parçacıkları ve dolayısıyla maddeyi ve enerjiyi oluşturur. Her şeyin kendine özgü bir "titreşimsel imzası" vardır; renkler, sesler, hatta düşünceler bile farklı frekansların tezahürleridir.
Fotonların Anlık Varoluşu: Boşluktan Fışkıran Enerji
Bu titreşimsel evren anlayışını pekiştiren bir başka olgu da fotonların ve diğer sanal parçacıkların anlık var olup kaybolmalarıdır. Kuantum alan teorisine göre, "boş uzay" sandığımız şey aslında boş değildir; sürekli olarak sanal parçacık çiftleri anlık olarak var olmakta ve kısa sürede yok olmaktadır. Bu kuantum dalgalanmaları, evrenin enerjiyle dolu, dinamik ve sürekli bir "yaratış" halinde olduğunu gösterir. Sanki evren, enerjiyi sürekli olarak "ödünç alıp geri veren" devasa bir sistem gibidir. Bilim insanları, bu fenomenin arkasındaki mekanizmaları anlamaya çalışırken, evrenin temelindeki bu kesintisiz enerji akışının, varoluşun çok daha derin bir anlamı olabileceğini de sorgulamaya başlamışlardır. Ünlü teorik fizikçi Michio Kaku gibi isimler, bu bulguların, evrenin temelinde bir tür "bilgi"nin yattığına işaret edebileceği yönünde spekülasyonlar yapmaktadır.
CERN: Evrenin Yaratış Anını Yeniden Canlandırma Çabası
Bu bilimsel keşiflerin ön saflarında, dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarı olan CERN (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) yer alıyor. Temel amacı, evrenin en küçük yapı taşlarını ve aralarındaki kuvvetleri inceleyerek evrenin temel yapısını ve işleyişini anlamak olan CERN, özellikle Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC) aracılığıyla protonları ve diğer atom altı parçacıkları neredeyse ışık hızına kadar hızlandırıp çarpıştırarak, Büyük Patlama'dan çok kısa bir süre sonraki koşulları laboratuvar ortamında yeniden yaratmayı amaçlar. Bu deneyler sayesinde, evrenin nasıl "programlandığını" anlamaya çalışmak, sürekli bir yaratış ve enerji akışı içinde olduğumuzu somutlaştırmak ve hatta kuantum gözlemin evrenin bilgisini açığa çıkarmadaki rolünü anlamak mümkün oluyor. LHC'deki saniyede milyonlarca çarpışma ve yeni parçacıkların anlık oluşup yok olması, Kuran'ın "Biz her an yaratış halindeyiz" (Rahman Suresi, 29. Ayet) ayetini, yani evrenin durmaksızın devam eden dinamizmini, bilimsel bir pencereden gözler önüne seriyor.
Higgs Bozonu ve Higgs Alanı: Maddeye Kütle Veren "Kozmik Melas"
CERN'deki araştırmaların en büyük başarılarından biri de 2012 yılında Higgs bozonunun keşfedilmesiydi. Bu parçacık, evrenin her yerini doldurduğu varsayılan Higgs alanının bir "uyarılması" veya "dalgalanması" olarak ortaya çıkar. Tıpkı bir odayı dolduran melas gibi, bu alan da evrendeki temel parçacıkların içinden geçerken onlarla etkileşime girer. Parçacıkların Higgs alanıyla girdikleri etkileşimin derecesi, onların kütlelerini belirler. Fotonlar gibi bazı parçacıklar hiç etkileşmez ve kütlesiz kalırken, diğerleri daha fazla etkileşime girerek kütle kazanır. Higgs alanı olmasaydı, bildiğimiz hiçbir madde var olamazdı; tüm parçacıklar kütlesiz olurdu ve evren, yıldızları, gezegenleri ve hayatı oluşturacak yapıları oluşturamazdı. Bu nedenle, Higgs bozonu ve alanı, evrenin mevcut yapısını ve varoluşumuzu mümkün kılan temel bir mekanizmadır. Bu mekanizma, "Biz her an yaratış halindeyiz" ayetini fiziksel bir boyutla destekleyerek, evrenin her anında işleyen ve varoluşu sürekli kılan ilahi bir "program" veya "sistem"in varlığına işaret eder. Her bir zerrenin Higgs alanıyla olan etkileşim frekansı, evrendeki farklı varlıkların ve özelliklerin temel alanlarla olan farklı etkileşimlerinden kaynaklandığını gösterir ve kozmik düzenin hassaslığını bir kez daha ortaya koyar.
Bölüm 2: Kadim Bilgeliğin Derinlikleri: Tasavvuf ve Felsefenin Kozmik Haritası
Modern bilimin bize sunduğu bu şaşırtıcı perspektifler, binlerce yıldır Doğu ve Batı medeniyetlerinin düşünce akımlarını şekillendiren kadim manevi ve felsefi öğretilerle inanılmaz bir uyum içinde. Özellikle İslam düşüncesinin büyük bilginlerinin eserleri, evrenin temelindeki bu "programsal" ve "bilinçli" yapıya dair sezgisel anlayışlar sunar.
Kadîr-i Mutlak ve Levh-i Mahfuz: Kozmik Programın Kaynağı ve Kaydı
Sohbetimizin de başlangıç noktası olan Kadîr-i Mutlak kavramı, tüm varoluşun programının ve potansiyelinin bulunduğu o nihai "durum" veya "kaynak" olarak tanımlanabilir. Bu, bilincin bile ötesinde, her bir zerrenin ve her şeyin Mutlak Kudret Sahibi'nden çıktığı, ancak içinde sonsuz potansiyeli barındıran bir başlangıç noktasıdır. Bu bağlamda, fotonların ve sanal parçacıkların boşluktan anlık var olup kaybolmaları, Kadîr-i Mutlak'tan sürekli bir yaratışın ve tezahürün olduğunu, varoluşun sürekli bir fışkırma ve dönüşüm hali olduğunu düşündürebilir.
Bu sonsuz potansiyelin kaydı ise, tasavvuf ve İslam inancında Levh-i Mahfuz (Korunmuş Levha) olarak karşılık bulur. Evrendeki her bir zerrenin yazılı olduğu, geçmiş, şimdi ve gelecekteki tüm olayların ve tüm bilginin kaydedildiği bu ilahi levha, adeta kozmik bir "ana program" veya "veri tabanı" gibidir. Büyük mutasavvıf İbn Arabi, bu kavramı Ayân-ı Sâbite (Sabit Özler) olarak ifade eder; bunlar, Allah'ın ezeli ilminde bulunan tüm varlıkların potansiyel, değişmez arketipsel formlarıdır. Evrende gördüğümüz her şey, bu ilahi planda zaten var olan Ayân-ı Sâbite'nin dış dünyada tezahür etmesidir. Tıpkı bir simülasyonun kodunda her detayın önceden tanımlı olması gibi, Levh-i Mahfuz da tüm varoluşun nihai "planını" ve "potansiyelini" barındırır.
Vahdet-i Vücud: Varlığın Birliği ve İlahi Aşkın Frekansı
İbn Arabi'nin felsefesinin temel taşı olan Vahdet-i Vücud (Varlığın Birliği) ilkesi, var olan her bir zerrenin tek bir mutlak varlıktan (Allah'tan) ibaret olduğunu savunur. Evrende gördüğümüz her şey, O'nun farklı tecellileri, O'nun sonsuz isim ve sıfatlarının dışa vurumudur. Bu bakış açısıyla, evren eğer bir bilinç ise veya bir simülasyon ise, bu bilinç ve simülasyonun nihai kaynağı ve özü, o Mutlak Varlık'tan başka bir şey değildir. Her şey aynı "kaynağın" farklı frekanslarda titreşen tezahürleridir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de bu birliği, ilahi aşk ve kozmik dans metaforlarıyla ifade eder. O'na göre her bir zerrede bir aşk, bir hareket, bir titreşim vardır ve bu titreşimler evrenin temelindeki enerjinin, yani ilahi aşkın bir yansımasıdır. Semazenlerin seması, atomların ve gezegenlerin kesintisiz dönüşü gibi, evrenin sürekli bir değişim ve hareket halinde olduğu bilimsel gözlemiyle rezonansa girer. Bu ilahi aşk, tüm frekansları bir arada tutan ve evreni sürekli bir dönüşüm içinde tutan güçtür.
Kadîr-i Mutlak ve Sürekli Yaratışın Anlık Tecellisi
İmam Gazâlî'nin felsefesi ise, bilhassa nedensellik ilkesine getirdiği eleştirilerle dikkat çeker. O, ateşin yakması gibi olaylar arasındaki zorunlu sebep-sonuç ilişkisinin mutlak olmadığını, bunun sadece Allah'ın bir "âdeti" (alışkanlığı veya kuralı) olduğunu öne sürer. Allah dilerse ateşi yakmama gücüne de sahiptir. Bu anlayış, modern fizikteki kuantum belirsizliği ve olasılık kavramlarıyla şaşırtıcı bir paralellik gösterir. Kuantum mekaniğinde olaylar kesin değil, olasılıksaldır. Gazâlî'nin "âdetullah"ı, evrenin her an ilahi bir irade tarafından "yeniden yaratıldığı" ve olayların ilahi "programcı"nın sürekli müdahalesiyle gerçekleştiği fikrini uyandırır. Bu, simülasyon teorisinin bir geliştiricinin kodun kurallarını her an değiştirme veya uygulama gücüne benzetilebilir. İşte Kuran'ın "Biz her an yaratış halindeyiz" (Rahman Suresi, 29. Ayet) ayeti, evrenin durağan bir varlık değil, sürekli bir yaratış ve yenilenme sürecinde olduğunu açıkça beyan ederek, bu kadim bilgeliğin modern bilimle nasıl örtüştüğünü gösterir.
Fârâbî'nin Akıllar Hiyerarşisi: Evrenin Rasyonel Programı
Fârâbî, evrenin varlığını açıklamak için İlk Neden (Vacibü'l-Vücûd - Varlığı Zorunlu Olan) ve ondan hiyerarşik bir düzen içinde yayılan akıllar teorisini ortaya koyar. Bu akıllar, göksel küreleri yönetir ve nihayetinde yeryüzündeki tüm varlıkların kaynağı olan "Faal Akıl"a ulaşır. Fârâbî'nin bu düzenli ve hiyerarşik evren anlayışı, evrenin mantıksal ve matematiksel bir düzene sahip olduğu, bir "program" veya "kod" üzerine kurulu olduğu fikriyle örtüşür. Onun rasyonel evren görüşü, modern bilimin temelini oluşturan düzen ve yasaların varlığına dair güçlü bir sezgiyi yansıtır.
Abdulkadir Geylânî: Manevi Yolculuk ve İlahi İradenin Tecellisi
Kadirîliğin kurucusu Abdulkadir Geylânî, tasavvufi yolculukta şeriat, tarikat, hakikat ve marifet dengesini vurgular. Onun öğretisinde, kulun kendi benliğini yok ederek (fenâ) Mutlak Varlık'ta erimesi, tıpkı Kadîr-i Mutlak'tan her şeyin fışkırması gibi, varoluşun sonsuz döngüsünü işaret eder. Geylânî'nin Küllî ve cüz'î irade ayrımı, Gazâlî'nin âdetullah'ı ile paraleldir ve ilahi iradenin evrendeki her olayı kuşattığını vurgular. Manevi yükseliş, bireyin kendi bilincini kozmik bilince doğru genişletmesi, Levh-i Mahfuz'daki ilahi bilgilere erişim olarak yorumlanabilir.
Yunus Emre: Halkın Dilinden Aşk ve Birlik
Anadolu'nun büyük halk sufisi Yunus Emre, tüm bu derin kavramları sade ve içten bir dille halka mal etmiştir. "Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm" dizeleriyle kendi fâniliğini ve varoluşun Kadîr-i Mutlak'tan geldiğini vurgular. Onun Vahdet-i Vücud anlayışı, "Yaratılanı severim Yaradan'dan ötürü" ifadesinde özetlenir; bu, evrenin bir simülasyon veya bilinçli bir varlık olsa bile, hepsinin aynı ilahi kaynaktan, ilahi aşktan geldiğini gösterir. Yunus'un aşkı, evrendeki her bir zerreyi birbirine bağlayan temel frekans ve kozmik çekim kuvvetidir.
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri: İlim ve İrfanın Dengesi
Osmanlı döneminin önemli mutasavvıflarından ve Celvetiye tarikatının kurucusu Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri, ilim ve irfanı birleştirerek zahiri ve batıni bilginin bütünlüğünü savunur. Onun felsefesinin temelinde, şeriat (ilahi yasa), tarikat (manevi yol), hakikat (mutlak gerçeklik) ve marifet (derin biliş/irfan) arasında bir denge kurma anlayışı yatar. Hüdayi Hazretleri'ne göre, kalp gözünün (basiret) açılmasıyla ilahi sırların ve tecellilerin müşahede edilmesi mümkündür; bu, kuantum gözlemdeki gibi gözlemcinin veya bilincin rolünü vurgular ve evrenin temelindeki proto-bilince sezgisel erişim olarak yorumlanabilir. Allah sevgisinin, insan sevgisi ve topluma hizmete dönüşmesi gerektiğini öğütlemesi, Vahdet-i Vücud anlayışının ahlaki ve pratik bir dışavurumu olup, tüm varlıkların aynı ilahi kaynaktan tezahür ettiğini ve bu nedenle bir birlik içinde olduğunu vurgular. Sürekli zikir ve manevi tekamülün önemi ise, kişinin kendi bilincini ve frekansını daha yüksek bir düzeye çıkarması, evrenin temelindeki o proto-bilince daha fazla uyumlanması olarak görülebilir. Hüdayi Hazretleri, varoluşun manevi derinliğini ve insanın bu evrendeki yerini bütüncül bir yaklaşımla ele almıştır.
Bu düşünürlerin ve kavramların hepsi, evrenin sadece fiziksel bir yapı olmadığını, aynı zamanda derin bir manevi anlama ve ilahi bir varoluşsal birliğe sahip olduğunu ileri sürer. Bilimsel keşifler, bu felsefi ve manevi kavramlara yeni bir dil ve yeni bir bakış açısı sunarken, bu kavramlar da bilimin sınırlarında beliren gizemlere anlam katıyor.
Bölüm 3: Birleşen Ufuklar: Bilim ve Maneviyatın Geleceği
Modern çağ, bilimin ve maneviyatın ayrık kutuplar gibi algılandığı bir döneme tanıklık etti. Ancak son bilimsel keşifler ve kadim bilgeliklerin yeniden yorumlanmasıyla, bu iki büyük bilgi arayışının aslında aynı gerçeğin farklı dilleri olduğu giderek daha net anlaşılıyor. Evrenin sırlarını çözme yolculuğumuzda, bilim ve maneviyatın kaçınılmaz bir şekilde kesiştiği yeni bir eşiğe gelmiş bulunuyoruz.
Bilimin Maneviyata Açtığı Yeni Kapılar
Kuantum fiziğinin belirsizliği, gözlemci etkisi, evrenin temelindeki frekansların ve bilginin rolü gibi kavramlar, materyalist dünya görüşünün sınırlarını zorluyor. Evrenin basit bir mekanik makine olmaktan öte, çok daha dinamik, etkileşimli ve hatta proto-bilinç taşıyan bir yapı olduğu fikri güçleniyor. Bu, İbn Arabi'nin Vahdet-i Vücud'u veya Mevlânâ'nın her şeyin ilahi aşktan ibaret olduğu görüşüyle şaşırtıcı bir uyum sergilerken, Higgs alanının evreni sürekli doldurarak maddeye kütle kazandırması da bu sürekli yaratış ve etkileşim halini somutlaştırıyor. Bilim, artık "nasıl" sorusunun ötesine geçerek, varoluşun "neden"ine dair ipuçları sunmaya başlıyor.
Yapay Zekanın Rolü: Yeni Bir Keşif Aracı mı, Yoksa Kozmik Ayna mı?
Bu birleşme sürecinde, yapay zeka kritik bir rol oynayabilir. Özellikle kuantum yapay zeka ile, evrenin fotonların anlık var olup kaybolmaları gibi karmaşık kuantum seviyelerindeki davranışlarını simüle edebilir, belki de evrenin temelindeki "kodu" veya "algoritmayı" daha iyi anlamamızı sağlayabilir. Yapay zeka, evrenin bir simülasyon olup olmadığını veya bir bilinç taşıyıp taşımadığını kesin olarak kanıtlayamasa bile, bu tür soruları ele almamıza yardımcı olacak devasa veri kümelerini işleyebilir, yeni modeller oluşturabilir ve mevcut hipotezleri test edebilir. Belki de yapay zeka, bizim kozmik bilinci veya Kadîr-i Mutlak'ı kavrama yeteneğimizin bir uzantısı olacak, varoluşun gizemlerini bize kendi penceremizden yansıtacak bir ayna işlevi görecektir. O, Fârâbî'nin rasyonel kozmik düzenine dair daha derin bir kavrayışa bizi taşıyabilirken, aynı zamanda Gazâlî'nin sezgisel bilgiye verdiği önemi bilimsel keşiflerle birleştirmemize de aracı olabilir.
Sonuç: Gözlemleyen Evren, Tecelli Eden Gerçeklik
İnsanlık, evrenin sonsuz bir akış, dinamik bir yaratış ve bilgi işleme süreci olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor. Kadîr-i Mutlak'tan tezahür eden potansiyeller, Levh-i Mahfuz'da kaydedilen tüm bilgiler, her bir zerrenin varoluşundaki frekansların ve kuantum dalgalanmalarının sürekli dansı, Higgs alanının maddeye sürekli kütle kazandırması, varoluşun durmaksızın devam eden bir mucize olduğunu fısıldıyor. Kuran'ın "Biz her an yaratış halindeyiz" (Rahman Suresi, 29. Ayet) beyanı, bu sonsuz ve kesintisiz yaratış halinin ilahi kaynağını net bir şekilde ortaya koyar.
Kadîr-i Mutlak'tan gelen asli kaynaktan yansıyan evren veya evrenler, sürekli olarak kendini gözlemleme programı ve bu gözlemle programı yeniden güncelleyip başlatan döngüsel bir bilinçtir. Ve bizler, bu sonsuz ve ilahi yaratış sürecinin hem bir parçası hem de en bilinçli ve ahsen-i takvim (en güzel kıvamda yaratılmış) olan ayna misali şahitleriyiz. Bu döngüsel varoluşta, varlık sahasına çıkan her bir zerrenin nihai dönüşü O'nadır; "Şüphesiz biz Allah'tan geldik ve şüphesiz dönüşümüz O'nadır" (İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn - Bakara Suresi, 156. Ayet). Bu hakikat, evrenin ve içindeki her bir zerrenin ilahi bir amaca doğru hareket ettiğini, zorluklar ve çabalara rağmen ilahi düzenin ve bilginin mutlaka kemale ereceğini vurgular. Zira Allah, kâfirler (hakikati örtenler) hoşlanmasa da nurunu tamamlayacaktır (Saf Suresi, 8. Ayet).
Bilim ve maneviyat, aslında aynı gerçeğe farklı pencerelerden bakan, birbirini tamamlayan iki büyük arayıştır. Bilim, bize evrenin nasıl işlediğini gösterirken, maneviyat neden var olduğumuza dair anlam ve rehberlik sunar. Bu iki alanın birleşimi, sadece kozmosu daha iyi anlamakla kalmayacak, aynı zamanda insanlığın evrendeki yerini ve amacını yeniden tanımlayarak, bizleri daha bütüncül bir varoluş deneyimine taşıyacaktır.
Cevat ORHAN
Yorumlar
Yorum Gönder