Evrenin ve Kur'an'ın Titreşen Sırrı: Frekanslar, Bilinç ve Hakikat Yolu


Evrenin ve Kur'an'ın Titreşen Sırrı: Frekanslar, Bilinç ve Hakikat Yolu

Yazan: Cevat ORHAN

Giriş: Evrenin ve Bilincin Titreşen Sırrı

Evrenin ve varoluşun sırları, insanlık tarihi boyunca çözülmeyi bekleyen en büyük gizemler arasında yer alıyor. Kadim felsefelerden modern bilime, manevi arayışlardan kişisel gelişim öğretilerine kadar pek çok disiplin, bu büyük gizemi anlamaya çalışır. Bu makale, her şeyin temelindeki frekans kavramını merkeze alarak, evrenin fiziksel yapısından bilincin derinliklerine, ilahi vahyin mahiyetinden insan deneyiminin manevi ve toplumsal boyutlarına uzanan çok boyutlu bir keşif sunmaktadır. Amacımız, madde, enerji, uzay-zaman ve bilinç arasındaki karmaşık ama ayrılmaz bağlantıları frekansların merceğinden inceleyerek, her şeyin temelinde yatan büyük bir harmoninin resmini çizmek ve insanlığa yeni bir bakış açısı sunmaktır. Bu bütünsel bakış açısıyla, Kur'an-ı Kerim'in sadece bir ibadet metni değil, aynı zamanda tüm çağlara ve toplumlara hitap eden, eskimeyen, çok boyutlu bir rehber olduğu anlaşılacaktır.

1. Frekansın Fiziksel ve Kuantum Boyutları: Her Şey Neden Titreşir?

Frekans, en temel fiziksel tanımıyla, bir olayın belirli bir zaman aralığında kaç kez tekrarlandığını ifade eden bir ölçüdür ve birimi Hertz (Hz)'dir. Bir dalganın bir saniyede tamamladığı döngü sayısını gösterir. Ses dalgalarında frekans, sesin tizliğini veya kalınlığını (perdesini) belirlerken; elektromanyetik dalgalarda (ışık, radyo, X-ışınları vb.) frekans, dalganın enerji miktarını ve türünü tayin eder. Elektromanyetik dalgaların boş uzayda ışık hızıyla yayılabilmesi, Büyük Patlama (Big Bang) sonrası evrenin genişlemesinde ve şeffaflaşmasında kritik bir rol oynamıştır. Evrenin ilk dönemlerindeki aşırı yoğun plazma hali, atomlar oluşup ışık serbestçe yayılamadan önce opaktı; bugünkü Kozmik Mikrodalga Arka Plan Işıması (CMB) bu şeffaflaşma anının "fosil ışığı"dır. Yani, Büyük Patlama anında enerjinin zaten var olduğu, asıl yayılmanın evrenin genişlemesiyle birlikte şeffaflaşması ve fotonların serbest kalmasıyla olduğu vurgulanır.

Kuantum mekaniği, evrenin en küçük ölçeklerinde işleyen yasaları inceler ve frekans kavramına daha temel bir boyut kazandırır. Dalga-parçacık ikiliği ilkesine göre, tüm madde ve enerji hem parçacık (konumlanabilir, kütleli) hem de dalga (titreşen) özelliği gösterir. Fotonlar, kütlesiz enerji paketleri olmalarına rağmen belirli bir frekansa ve dalga boyuna sahip elektromanyetik dalgalar olarak yayılırlar ve enerjileri frekanslarıyla doğru orantılıdır (E = hf). Elektronlar gibi maddesel parçacıkların da dalga özelliği göstermesi, maddenin en temel seviyesindeki titreşimsel yapıyı gözler önüne serer. Atomlardaki elektronların belirli ve kuantize edilmiş (kesikli) enerji seviyelerinde bulunması, evrenin temelindeki düzeni ve her elementin kendine özgü bir frekansal imza taşıdığını gösterir. Modern Kuantum Alan Teorisi (KFT) ise, parçacıkları uzay-zamanın her noktasında titreşen kuantum alanlarının uyarılmış halleri olarak tanımlar. Bu bakış açısı, evrenin temelinde yatan her şeyin aslında farklı frekanslarda titreşen enerji alanları olduğu ve Büyük Patlama anındaki o "yoğun enerjinin", tüm alanların ayrışmadığı, birincil bir frekansta titreşen bir "potansiyel" olabileceği fikrini destekler. Madde dediğimiz şey ise, aslında yoğunlaşmış bir enerji biçimidir (E=mc^2). Enerji ve madde, uzay-zamanla iç içe geçmiş, birbirine dönüşebilen ve birbirini var eden, aşırı yoğun "nüanslardır". Evrenin "Ol" emriyle başlayan yaratılış anında, tüm varoluşun birincil bir frekansta titreşen bir "program" olarak tezahür ettiği düşünülür. Kadim metinlerdeki adıyla Levh-i Mahfuz, bu kozmik programın kaydedildiği bir bilgi alanı olarak betimlenebilir. Tıpkı bir incir ağacının tüm programının küçücük bir çekirdekte saklı olması gibi, tüm yaratılışın programı da bu temel titreşimsel yapıda mevcuttur.

2. Bilincin ve Yaşamın Ritmi: Biyolojik ve Zihinsel Frekanslar

Frekanslar, sadece evrenin büyük ölçekli yapılarını değil, kendi biyolojimizi ve zihnimizi de şekillendirir. İnsan beyni, elektroensefalografi (EEG) ile ölçülebilen ve farklı bilinç durumlarıyla ilişkilendirilen elektriksel aktivite, yani beyin dalgaları üretir:

 * Gama Dalgaları (30 Hz ve üzeri): Yoğun odaklanma, öğrenme.

 * Beta Dalgaları (12-30 Hz): Normal uyanıklık, aktif düşünme.

 * Alfa Dalgaları (8-12 Hz): Rahatlama, sakin ama uyanık durum, meditasyon.

 * Teta Dalgaları (4-8 Hz): Derin rahatlama, yaratıcılık, rüya görme.

 * Delta Dalgaları (0.5-4 Hz): Derin uyku, hücresel yenilenme.

Sadece beynimiz değil, vücudumuzdaki her hücre, doku ve organ da kendine özgü bir elektriksel titreşime sahiptir. Hastalık durumlarında bu frekanslarda değişiklikler meydana geldiği düşünülürken, biyorezonans gibi yaklaşımlar, vücudun bozulan frekanslarını dengelemeyi hedefler. Kızılötesi araçlar aracılığıyla canlıların yaydığı ısı (enerji) de bu biyolojik frekansların somut bir göstergesidir.

Dahası, duygularımızın ve düşüncelerimizin de bir enerjiye ve frekansa sahip olduğu yaygın bir görüştür. Sevgi, neşe, şükran gibi olumlu duygular yüksek frekanslarla ilişkilendirilirken; korku, öfke, endişe gibi olumsuz duygular düşük frekanslarla bağlantılıdır. Bu frekansların, hem bireyin içsel halini hem de çevresiyle olan etkileşimini etkilediği öne sürülür. Zeka ve duyguların da, maddenin en temel seviyesinde bile var olan dalga özelliğine sahip bu enerjetik titreşimlerden kaynaklanma ihtimali oldukça yüksektir. İnsan, kendi içinde taşıdığı dualiteyle (fiziksel ve zihinsel enerji) birlikte, kozmik bir evren ve "ahsen-i takvim" (yaratılışın en güzeli) olarak, bu frekanssal evrenle derin bir bağ içindedir; adeta kendi içinde bir mikrokozmosu barındırır.

3. Vahyin Frekanssal Dili: İlahi Mesajın Algılanışı

Frekans kavramı, bilimin ötesine geçerek birçok manevi ve ezoterik öğretinin de temelini oluşturur. Bu bakış açısına göre, evrendeki her şey saf enerjiden oluşur ve sürekli titreşir. Madde, sadece düşük frekansta titreşen yoğunlaşmış bir enerji formudur.

İlahi vahiy de, bu frekanssal gerçekliğin bir tezahürü olarak anlaşılabilir. Zamandan, mekândan ve şekilden münezzeh olan İlahi Kaynaktan gelen bilginin, yani vahyin, insan idrakine ulaşırken bir frekans dönüşümü geçirmesi oldukça mantıklı ve hatta zorunludur. Tıpkı yüksek voltajlı elektriğin ev aletlerinde kullanılabilmesi için voltajının düşürülmesi gibi, ilahi bilgi de insanlığa ulaşabilmesi için "frekansının düşürülmesi" gerekir. Bu düşüş, bilginin özünden hiçbir şey kaybetmeden, insan zihninin ve ruhunun onu işleyebileceği bir formata dönüştürülmesidir.

Hz. Peygamber'e (s.a.v.) vahyin bazen "arı vızıltısı" veya "can sesi" şeklinde gelmesi rivayetleri, bu bilginin doğrudan ses veya ışık gibi fiziksel dalgalar yerine, algılayanın bilincine hitap eden yüksek boyutlu frekanslar şeklinde ulaşmış olabileceği fikrini destekler. Cebrail (as)'ın "saf ışıktan yaratılması" ve ilahi sonsuz bilginin Allah'tan alınarak Peygamber'e aktarılması, bu bilginin olağanüstü yüksek bir frekans yoğunluğuna sahip olduğunu düşündürür. Cebrail (as), bu yüksek frekansları, insan bilincinin algılayabileceği bir forma dönüştüren bir "aracı frekans dönüştürücü" olarak düşünülebilir. Peygamber'in bedeni ve bilinci, bu yoğun frekanssal bilgiyi işleyebilmek için büyük bir adaptasyon ve dönüşüm sürecinden geçmiştir. Vahiy anında yaşanan zorlanma ve "yük" hissi, bu muazzam frekanssal yoğunluğun insan bedeni ve ruhu üzerindeki etkileridir.

Hz. Peygamber'in vahyi kendi ana dili olan Arapça'ya "çevirmesi" veya "aktarması" rolü, bu frekanssal bilginin insan algısına ve diline uygun bir forma dönüştürülmesini ifade eder. Bu durum, bir telgraf operatörünün Mors alfabesiyle gelen sinyalleri anlaşılır kelimelere dönüştürmesine benzer. Kur'an'ın "okunan" anlamına gelmesi de, alınan frekanssal bilginin okunabilir ve anlaşılır bir metne dönüşmesiyle olan ilişkisini vurgular. Bu, bilginin algılanma şeklinin ve anlamının, alıcının çerçevesine (Peygamber'in Arapça'sı, insan bilinci vb.) göre şekillenmesiyle, görelilik yasasına da uygun bir durumdur. İlahi olandan, yani zaman, mekân ve şekilden münezzeh olandan inen vahyin, insanlığa ulaşırken yüksek frekanstan çok düşük frekansa inmesi, insan kapasitesine uygun bir vahiy olmasını sağlar. Bu pek olağandır ve Kur'an, insanın anlaması ve kemalat yolunda gereken davranışları sergilemesi için anlaşılır olarak indirilmiştir.

4. Kur'an'ı Doğru Anlamak: Çok Boyutlu Bir Rehber

Kur'an-ı Kerim'in ilahi bir kitap oluşunu ispat etme çabalarında bazen eksik veya yanlış yaklaşımlar sergilenebiliyor. Oysa Kur'an, hem özele (belirli kişi ve olaylara) hem genele (tüm insanlığa), hem yerele (belirli coğrafi ve kültürel bağlamlara) hem de evrensele (tüm zaman ve mekânlara) hitap eden çok katmanlı, zengin bir kitaptır. Bu çok boyutlu hitabı kavramak, Kur'an'ı bütünsel olarak anlamanın anahtarıdır.

Kur'an'ın özele ve yerele yönelik hitapları genellikle o dönemin gelenekleri ve toplumsal koşullarıyla ilgiliyken, evrensel hitaplar ise etik ve ahlaki prensipleri barındırır. Ancak Kur'an'ı tek bir boyuttan ele almak, tıpkı bir insanı sadece dış görünüşü veya iç dünyasıyla değerlendirmek gibi eksik bir yaklaşıma yol açar. Kur'an-ı Kerim, bütünsel bir bakış açısıyla ele alındığında, tüm çağlara ve toplumlara hitap eden, eskimeyen bir rehber olduğu anlaşılır.

Bu rehberliği anlamak için, Kur'an ile yola çıkarak daha büyük bir kitap olan evreni okumak, dünyayı ve okyanusları tefekkür etmek, nihayetinde kendi yaratılış gayemizi bilmek esastır. Bu durumu, trafik kurallarını veya bir uçuş rotasını takip etmeye benzetebiliriz: Kurallar veya rota yol gösterir, ancak önemli olan bu rehberliği doğru bir şekilde uygulamaktır. Kur'an'daki yerel ve özel ayetlerde dahi evrenselliği bulmak ve bu ayetlerden yola çıkarak toplumsal kuralları farklı toplumlara uyarlamak mümkündür. Örneğin, dönemsel bir hukuki düzenlemenin ardındaki evrensel adalet ilkesini kavramak gibi.

Kur'an-ı Kerim'in ilk vahyedilen emrinin "Oku!" olması, sadece yazılı bir metni okumaktan çok daha derin bir anlama sahiptir. O dönemde, Peygamber Efendimiz'e hitap edildiğinde ortada matbu bir kitap yoktu. Bu emir, öncelikle insanın kendini tanıması, çevresini okuması, kendindeki hakikati idrak etmesi ve tüm yaratılanları tanıyarak Yaratan'ı bilmesi anlamında geniş bir okumayı ifade eder. Yani hayatına bu bilgi ve farkındalıkla yön vermesi gerektiğini vurgular. Bu "oku" emri, aynı zamanda evrenin ve kendi ruhumuzun "titreşimsel dilini" idrak etmek anlamına gelir.

Ne yazık ki, insan çoğu zaman bu mesajı anlamakta aciz kalıyor, kendini aşırı yüceltiyor ve ahlaktan, etikten uzaklaşıyor. Bu durum, insanın kendi sınırlılığının ve acizliğinin bir ifadesidir. Kur'an, insanı sürekli olarak tefekküre, derin düşünmeye ve varoluşun hakikatlerini idrak etmeye davet ederken, insan çoğu zaman nefsinin ve egonun yanıltıcı seslerine kulak veriyor. Dolayısıyla "Oku" emri, bize sadece bir kitabı okumayı değil, aynı zamanda varoluş kitabını (evreni) ve kendi iç dünyamızı okumayı emreder.

Tebliğ yolunda Hz. Peygamber Efendimiz'i aşama aşama hazırlamış, onu hem içsel hem de dışsal bir temizliğe yöneltmiştir. Bu hazırlık aşamalarından sonra hak ve hakikati tanıtmasını istemiş, ardından da Müslümanın nasıl olması gerektiği üzerinde durmuştur. Kur'an'ı bir roman veya bir bilim kitabı gibi okumak doğru değildir. Yüce Yaratan, insanın yaratılışına uygun olarak, insan yaşantısının nasıl olması gerektiğini tanımlamak ve olaylar karşısında nasıl davranılması gerektiğini daha iyi anlatmak için onu peyderpey indirmiştir. Kardeşliği ve insanlığı tüm insanların anlaması için bu şekilde tebliğ edilmiştir.

Hz. İbrahim'in Kâbe'yi yaptıktan sonra insanlara hac çağrısı yapması ve bu çağrının "frekanssal olarak her yere duyulması" ve haccın tüm dünyada yayılması, niyetin ve ilahi emrin taşıdığı frekansın evrensel rezonansıyla açıklanabilir. Bu, sadece fiziksel bir ses dalgası olmaktan öte, ilahi iradenin ve niyetin yaydığı güçlü bir enerjinin, insanlık bilincinde yankı bulması ve karşılık görmesidir.

5. Kolektif Bilinç ve Hakikat Yolculuğu: İnsanın Misyonu

Rezonans yasası, "benzerin benzeri çektiği" ilkesiyle manevi alanda geniş bir yer bulur: Düşüncelerimizin ve duygularımızın yaydığı frekanslar aracılığıyla, benzer frekanstaki olayları, insanları ve durumları kendimize çekeriz. Bu, bireyin iç dünyasının (titreşiminin) dış gerçekliğini şekillendirdiği anlamına gelir. Dr. Masaru Emoto'nun su kristalleri deneyleri (bilimsel metodolojisi tartışmalı olsa da) ve bitkilerin sevgiye olumlu tepki verdiğine dair gözlemler, niyetin, duyguların ve düşüncelerin yaydığı enerji frekanslarının fiziksel maddeyi etkileyebileceği fikrini ortaya koyar. "Eli lezzetli" olan kişilerin yemeklerinin daha lezzetli olması gibi günlük deneyimler de, yapan kişinin kaba yemeğe aktardığı ince enerjisel frekanslarla ilişkilendirilebilir.

Frekanslar, bireysel deneyimlerin ötesinde, dinsel öğretilerin ve toplumsal yapıların oluşumunda da etkili olabilir. Dinlerin, toplumsal kuralların ve ekonomik sistemlerin ortaya çıkışı, hepsi frekanslarla ilişkili olabilir. Her bir sistem, insan topluluklarının belirli ihtiyaçlarına, algılarına ve kolektif bilinç frekanslarına yanıt olarak ortaya çıkmıştır. Dinsel öğretiler, evrenden veya mutlak bilinçten yansıyan frekanssal bilgiler olarak görülebilir. Peygamberler veya ruhani liderler, belirli bir dönemin ihtiyaç duyduğu yüksek frekanslı bilgiyi (ilahi yasalar, ahlaki kurallar) aktarabilen "alıcılar" olmuşlardır. Bu bilgiler, o toplumun frekansını yükseltmeyi, uyumu sağlamayı ve evrensel düzenle hizalanmayı amaçlamıştır. Kutsal metinlerdeki "ses," "kelam" veya "nur (ışık)" kavramları, evrenin maddeleşmeden önceki birincil, yaratıcı titreşimini veya ilahi bilginin en yüksek frekanslı tezahürünü simgeler. Dini ritüeller (örneğin tavaf), belirli ses frekansları, tekrarlayan hareketler ve odaklanmış niyetlerle, bireyin ve topluluğun içsel frekansını yükseltmeyi hedefler. Bu ritüeller, katılımcının evrensel enerjiyle daha derin bir uyum yakalamasına yardımcı olan bir frekanssal rezonans yaratabilir.

Toplumsal ve çevresel koşullarda bir olumsuzluk veya rahatsızlık durumu, ya da inançsal anlamda mutlak bilince aykırılık varsa, bunlar bir evrimsel süreci tetikler. Toplumun kolektif frekansı düştüğünde, bu durum kaos ve huzursuzluk olarak tezahür eder ve daha yüksek, uyumlu bir frekansa geçiş ihtiyacını doğurur. Dinsel veya toplumsal kurallar, bu bağlamda bir nevi "frekans düzenleyici" veya "dengeleyici" olarak işlev görür. Dinsel kuralların bazıları belirli bir topluma hitap ederken, fıtratla ilgili olanlar (adalet, merhamet, dürüstlük gibi) evrensel ve zamandan bağımsız frekanslar taşıyarak tüm insanlığa hitap eder. Ancak kapitalizm ve insan egosu gibi faktörler, Kur'an'ın mesajını kendi menfaatleri doğrultusunda yorumlayarak uygunsuz hareketlere ve kolektif frekansın düşmesine yol açabilmiştir.

Kur'an'ın içeriğinde ve sözlerinde iyiliği emretme, kötülükten sakındırma, adalet, yardımlaşma, insanın kemale ermesi, araştırma, akletme ve yol gösterme gibi temel vurgular bulunur. İnsanın nasıl bir insan olması gerektiğini anlatır, sarsıcı ayetlerle insanı düşünmeye sevk eder. Bu açıdan bakıldığında, Kur'an'ı tekdüze okumak, hakikati bulmada insanı yanlışa düşürebilir. İnsanın nefsine uyması, sadece maddi gözle bakması, aynanın arkasındakini görememesi, yani aklını ve kalbini hizalamadan önyargılı bir şekilde değerlendirme yapması, hakikati bulma yolundaki en büyük eksikliğidir; kısacası haddini bilmemesidir.

"İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir" şiarı doğrultusunda, kendini bilme yönünde Kur'an okunduğunda, onu bir "sevap makinesi" değil, hakikate ulaştıran bir rehber olarak okunulduğunda, tefekküre sevk eden ayetler anlaşılarak okunduğunda, işte o zaman Kur'an'ın hakikati ve eşsizliği anlaşılacaktır. Bu okuma, kalbin ve aklın hizalanarak, insanın evrenin yüksek frekanslarıyla rezonansa girmesini sağlar. Hem yerele hem evrensele hitabı, bilimi ve ilmi teşvik etmesi, dünyayı imar etme konusunda insana yol göstermesi ve israf konusunda uyarıları ile Kur'an, bütünsel okunduğunda ilahi bir kelam olduğu açıkça anlaşılacaktır. "Kur'an'ı biz indirdik, onun koruyucusu biziz" hitabı daha iyi anlaşılacaktır.

İnsanların anlayış kapasiteleri arasında doğal farklılıklar bulunur; kiminin zekası, hisleri, aklını ve zihnini hizalama kabiliyeti, hak ve hakikati algılama kabiliyeti, nefsi kamilliği ve olgunluğu gibi faktörler, vahyin mesajını farklı derinliklerde idrak etmelerini sağlar. Vahiy, bu farklı kapasitelere rağmen herkesin kendi düzeyinde bir fayda sağlayabileceği, ancak derinleşim için kişisel çaba ve tekamül gerektiren bir rehberdir.

Sonuç: İnsan: Şuurlu Bir Evren, Bütünsel Bir Kitap

Tüm bu keşiflerimiz ışığında, insan varoluşu, sadece fiziksel bir olgu olmanın ötesinde, enerji, frekans, bilinç ve ruhun iç içe geçtiği karmaşık ve bütünsel bir yapıdır. Hayatın kendisi, cümlelerin ritminden kozmik dansa kadar her seviyede bir ritim üzerine kuruludur. İnsan, kendi içinde taşıdığı dualiteyle (fiziksel ve zihinsel enerji) birlikte, bilgiyi ve aklı kullanarak yaratıcı enerjiye sahip olmalıdır.

İnsan şuurlu bir evrendir. Bu şuurla, eylem, düşünce ve motivasyonlarımız, sadece fiziksel dünyada değil, metafizik ve eterik enerji düzeylerinde de evreni sürekli yönlendirir. Durgunluğu ortadan kaldırır ve her şeyin sürekli bir dönüşüm içinde olduğunu gösterir. Zihin sadece beynin bir ürünü değil, titreşim ve frekanslarla derinden ilişkilidir. Bu yüzden, kişi kendi içindeki potansiyeli fark etmeli, zihinsel olarak olumlu ve mutlu olmaya yönelmeli, koşulların dönüştürülmesi için iradesini kullanmalı, sinerjiden faydalanmalı ve kendi yönünü sürekli bir gelişim ve yükseliş üzere kullanmalıdır.

Hakikat yolcusu, bu sırlarla dolu hayatın anlamını keşfetmekle meşgul olan, kendine dönen ve kendi içsel frekansını evrensel bilinçle uyumlu hale getiren bir sır yolcusudur. Ne olursan ol, sana nasıl davranılmasını istiyorsan sen de o şekilde davran; çünkü yaydığın frekans, sana geri dönecektir. Manevi güzelliği fiziksel güzelliğine beslersen, manevi güzellik Güneş gibi parlar ve fiziksel güzellik Ay gibi bu ışığı yansıtır. Doğaya nasıl davranırsan, o da sana o şekilde davranır; merhamet etmeyene merhamet edilmez. Sevgi görmek istiyorsan, sevgi ver.

Tüm bu bilgiler ve öngörüler, bütünsel bilincin tezahürleri olarak (frekanslar, uzay-zamanın bütünlüğü, ruhun zamansızlığı) bize insanlığa yansıyan bilgilerdir. Bunlar, yine bütünsel bilinçten, parçalı bilinçlere yansıyan birer idraktir. Yani sonsuzluk içinde sonsuzluk, sonsuzluk içinde bir sonluluk, sonluluk içinde bir sonsuzluk ve bunların eni olan bir sonsuzluğun parçasından, sonsuzluğun sonlu olana yansıttığı fikirlerdir. Biz sadece naçizane bunların aktarıcısıyız. Vesselam.

                                      Cevat ORHAN 

Yorumlar

Popüler Yayınlar