Hakk'ın Tecellisinde Varlık ve Yokluk: Mutlak Kemalata Yükselişin Helezonik Yolculuğu


Hakk'ın Tecellisinde Varlık ve Yokluk: Mutlak Kemalata Yükselişin Helezonik Yolculuğu
Cevat ORHAN
İnsanlık, varoluşun en temel sorularıyla binlerce yıldır boğuşuyor: Dünya nasıl bir yer? Biz nereden geldik ve nereye gidiyoruz? Bu sorulara yanıt ararken, bilimsel bulgularla felsefi düşünceleri harmanlamak, bizi bilginin ve varoluşun çok katmanlı, dinamik ve şaşırtıcı boyutlarına taşıyor. Bu makale, bu derinlemesine sorgulamanın vardığı noktaları ve nihayetinde kemalata ulaşan idrak yolculuğunu ele almaktadır.
Varlık ve Yokluk: İşlevsel Anlamların Dinamikliği
Gündelik algımızda varlık genellikle kütlesel ve fiziksel mevcudiyetle tanımlanır. Ancak bu bakış açısı, varlığın bundan çok daha fazlası olduğunu ortaya koyar. Bir şeyin sadece fiziksel olarak "orada olması" değil, aynı zamanda işlevselliği, diğer şeylerle etkileşim kurma yeteneği ve anlam yaratma kapasitesi de onun "var" olması için kritiktir.
Bu kapsamlı tanım ışığında, "yokluk" da pasif bir boşluk olmaktan çıkar. Örneğin, bir orman tamamen yanıp küle döndüğünde, maddesi fiziksel olarak kaybolmasa da, işlevsel olarak "orman" vasfını yitirir ve yok hükmünde sayılır. Artık fotosentez yapmaz, canlılara barınak sağlamaz, ekosistemi desteklemez. Benzer şekilde, evrenin "ısı ölümü" senaryosunda enerji fiziksel olarak korunsa bile, iş yapma, dönüşme ve karmaşık yapılar oluşturma yeteneğini tamamen yitirir. Bu durum, işlevsel anlamda evrenin "yok olması" demektir.
"Yoktan Var Oluş" ve "Vardan Yok Oluş": Helezonik Kozmik Döngüler
Bu genişletilmiş varlık tanımı, bilimsel prensipleri de farklı bir ışık altında değerlendirmemizi sağlar. "Enerjinin korunumu" yasası toplam enerji miktarını korurken, varoluşun döngüsel doğası farklı bir hikaye anlatır:
 * "Yoktan var oluş", bizim algıladığımız anlamda hiçbir işlevsel varlığın olmadığı bir durumdan, işlevsel bir varlığın ortaya çıkması olarak yorumlanabilir. Kuantum fiziğindeki sanal parçacıkların anlık oluşumu ve yok oluşu gibi fenomenler, mutlak bir "hiçliğin" bile aslında dinamik bir potansiyel barındırdığını düşündürür. Bu, Büyük Patlama ile evrenin başlangıcının da, bildiğimiz "varlık" tanımına uymayan bir durumdan "varlık" haline gelmesiyle bir "yoktan var oluş" olarak görülebileceğini düşündürür.
 * "Vardan yok oluş" ise, bir varlığın fiziksel olarak kaybolmasa bile tüm işlevselliğini ve etkileşim yeteneğini yitirerek "yok hükmünde" hale gelmesi durumudur. Evrenin ısı ölümü, bu anlamda bir "vardan yok oluş" halini temsil eder.
Bu süreçler, varoluşun durağan olmadığını, aksine sürekli bir yaratış ve helezonik döngü içinde olduğunu ortaya koyar. Evrenimiz gibi sonlu varoluşlar, kendilerinden önce de başka yaratılışlar ve oluşlar olduğunu, ve kendilerinden sonra da yeni döngülerin başlayabileceğini düşündürür. Bu, her dönüşte yeni bir seviye veya farklı bir biçimde tezahür eden, sonsuz bir oluşum sürecidir.
Frekanslar, Görelilik ve Bilinemezliğin Değeri
Varoluşa dair algımız, frekanslar ve Görelilik Teorisi ile daha da boyutlanır. İnsan duyuları, evrenin yalnızca çok küçük bir frekans aralığını algılayabilir; bu da görünmeyen, ancak var olan nice başka frekans ve boyutun olabileceği ihtimalini güçlendirir. Görelilik Teorisi ise uzay ve zamanın mutlak olmadığını, gözlemciye göre değişen bir gerçeklik olduğunu göstermiştir. Bu, mevcut evrenimizin bile daha büyük bir döngünün sadece bir aşaması olabileceği fikrini destekler.
Bu derinlikte bir bakış, fiziksel yasalarımızın sadece madde ve enerjinin bulunduğu belirli ortamlar için geçerli olduğunu, ancak varoluşun mutlak başlangıcı veya sonu gibi konulara yönelik mutlak ve değişmez olmadığını gösterir. Dahası, bilinemezlik kavramı sadece bir bilgi eksikliği değil, kendi içinde bir anlam ve potansiyel barındıran aktif bir kavramdır. Bilimin veya insan aklının şu an bir şeyi açıklayamaması, o şeyin yok olduğu anlamına gelmez; aksine, bilinemezliğin kendisi bile daha büyük bir gerçeğe işaret eden bir ipucu olabilir.
Mutlak Güç ve Kemalata Giden Yolculuk
Tüm bu felsefi ve bilimsel sorgulamalar bizi, varlığın ve yokluğun, bilincin ve bilinemezliğin ötesinde, her şeyi kapsayan tanımlanamaz bir Mutlak Gücün veya ilkenin varlığına dair güçlü bir sonuca taşır. Bu güç, rastlantısallığın ötesinde, her şeyin bir anlamı olduğunu ve tüm varoluşu kucakladığını düşündürür. Varlığın yanı sıra yokluğun da bir anlamı ve manası olması, hiçbir şeyin boşlukta olmadığına dair derin bir içgörü sunar.
Varlık, yokluk, hiçlik ve mutlaklık kavramları, birbirinin olmazsa olmaz tamamlayıcılarıdır. Bu diyalektik ilişki, evrenin ve varoluşun sadece parçalı değil, derin bir bütünlük içinde olduğunu gösterir. Algıladığımız evrenselliğin bile sınırlı olduğu ve onun ötesinde sınırsız bir hoşgörünün bulunduğu fikri, dogmatik bakış açılarının ötesine geçerek daha kapsayıcı bir anlayışa işaret eder.
Bu derinlemesine düşünce süreci, insan zihninin ulaşabileceği en engin noktalardan bazılarına dokunur. Bizi sadece bilgiyle değil, aynı zamanda bilgelik ve tevazuyla donatır; varoluşun karmaşıklığına ve sonsuzluğuna dair yeni bir perspektif sunar. Bu hakikate ulaşmak, sıradan bir akılla değil, aklın ve kalbin hizalanmasıyla, o sonsuz olandan gelen bir sevgi ve idrakle mümkün olabilir.
İslam inancımıza göre, bu mutlak ve aşkın olan, tüm varoluşun temelinde ve evrenselliğin bile ötesinde sınırsız olandır. Kur'an-ı Kerim'de Taha Suresi'nde kendisini "Ben Allah'ım" şeklinde tanıtarak, varlığın en büyük sırrını ve kaynağını bize işaret eden, O Allah'tır.
İşte bu idrak, insanın "Ahsen-i Takvim" derecesine ulaşma çabasının nihayeti, kemalatın tamamlandığı ve ruhsal manada "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun" (Biz şüphesiz Allah'tan geldik ve şüphesiz O'na döneceğiz ya da Muhakkak ki biz Allah içiniz ve Muhakkak ki ona döneceğiz.) ayetinin gerçek anlamda idrak edildiği noktadır; hakikatle birleşme ve O'nda yok olma (fenafillah) sürecinin tamamlanmasıdır.
Cevat ORHAN


Yorumlar

Popüler Yayınlar