Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Kur'an: Hakikatin Işığında Evrensel Bir Rehberlik
Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Kur'an: Hakikatin Işığında Evrensel Bir Rehberlik
Cevat ORHAN
İnsanlık tarihi boyunca, varoluşun anlamı, hakikat ve huzur arayışı hiç bitmedi. Modern dünyanın karmaşası içinde bu arayış daha da derinleşti. İşte bu noktada, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in eşsiz hayatı ve insanlığa sunduğu Kur'an-ı Kerim'in evrensel mesajı, çağlar ötesi bir rehberlik sunuyor. Bu makale, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) kişiliğini, O'nun aklının ve kalbinin uyumunu, Kur'an'ın çok boyutlu mesajını ve günümüz insanına sunduğu ışığı somut örneklerle ele almayı hedeflemektedir.
Akıl ve Kalbin Hizalanması: Hikmet Yolu
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in aklı, sadece bilginin peşinde koşan bir araç değildi; o, kalbine secde eden, nefsaniyetten arınmış, berrak bir hikmet kaynağıydı. O'nun vahyi akılla değil, kalple idrak etmesi, bilginin ötesinde bir sezgi ve ilahi bir uyumu ifade eder. Bu durum, Kadîr-i Mutlak'ın sonsuz kudretiyle bir hizalanmayı da işaret eder.
Örnek: Miraç Hadisesi'nde Hz. Peygamber (s.a.v.), ilahi sırları sadece bedeniyle değil, tüm ruhu ve idrakıyla kavramıştır. Bu, kuru bilginin ötesinde, kalbin derin sezgisiyle ulaşılan bir idraktir; aklı, kalbinin yönlendirmesiyle ilahi sırları kavramış, zihni susturup kalbiyle konuşmuştur.
Örnek: Taif Dönüşü'nde maruz kaldığı hakaretlere rağmen meleklerin intikam teklifini reddetmesi, O'nun tam bir teslimiyet ve hiçlik bilinciyle hareket ettiğini gösterir. "Eğer Allah isterse, onların neslinden Allah'a kulluk edenler çıkar" diyerek kendi benliğini değil, ilahi takdiri öne sürmüştür. Bu durum, aklının nefsinde değil, yalnızca Hakk'ın hizmetinde olduğunun en somut göstergesidir.
Üsve-i Hasene: En Güzel Örnek ve En Büyük Öğretmen
Kur'an-ı Kerim'in "Üsve-i Hasene" (en güzel örnek) olarak tanımladığı Hz. Peygamber (s.a.v.), hayatının her anıyla yaşayan bir ders kitabıydı. O'nun öğretmenliği, sözden çok eylemle, emirden çok örnek olmakla tecelli etti.
Örnek: Mekke'nin Fethi'nde yıllarca kendisine ve Müslümanlara zulmeden Mekkelilere karşı genel af ilan etmesi, O'nun eşsiz merhametinin ve affediciliğinin zirvesidir. "Bugün size kınama yoktur, hepiniz serbestsiniz" diyerek, "düşmanları düşman olarak görmeyip, cahilliklerine yorması" ifadesinin canlı bir örneğini sunmuştur.
Örnek: Önünden geçen bir Yahudi cenazesi karşısında ayağa kalkması, sahabelerin "O bir Yahudi cenazesi" demesine karşılık "O da bir insan değil miydi?" cevabını vermesi, O'nun insanlık onuruna verdiği değeri ve inanç farklılığına rağmen herkese eşit saygı gösterdiğini ortaya koyar.
Örnek: Uhud Savaşı öncesi istişarede kendi görüşü şehirde kalmak olmasına rağmen, sahabelerin çoğunluğunun talebi üzerine Medine dışında savaşma kararı alması, O'nun istişareye verdiği önemi ve katılımcı liderliğini gösterir. Bu, Kur'an'ın "iş hakkında onlarla istişare et" (Âl-i İmrân, 3/159) emrinin pratik uygulamasıydı.
Örnek: Ahzab Suresi 50. Ayet ve Peygamber'in Evliliklerinin Hikmetleri: Hz. Peygamber'in (s.a.v.) evlilikleri, kişisel arzu veya şehvetten ziyade, çoğunlukla toplumsal, siyasi ve dini amaçlara hizmet etmiştir. Hz. Hatice validemiz vefat edene kadar tek eşli kalması ve sonraki evliliklerinin çoğunun yaşça büyük, dul veya kimsesiz kadınlarla gerçekleşmesi, O'nun evliliklerinin temelinde himaye etme, toplumsal bağları güçlendirme ve ahlaki rehberlik gibi hikmetlerin yattığını gösterir.
Ahzab Suresi'nin 50. ayeti, Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) özel evlilik ruhsatlarını dile getirir: "Ey Peygamber! Biz sana şunları helâl kıldık: Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiği cariyelerinden elinin altında bulunanları, seninle birlikte hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını. Bir de, eğer mümin bir kadın kendini Peygamber’e bağışlar da Peygamber de onu nikâhlamak isterse, müminlerden ayrı olarak, sana özgü olmak üzere, bu kadını da helâl kıldık. Biz, müminlerin eşleri ve cariyeleri hakkında üzerlerine neyi farz kıldığımızı bilmişizdir. Bütün bunlar, sana herhangi bir güçlük olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir." (Ahzab Suresi, 33:50)
Bu ayet, Peygamber'e (s.a.v.) verilen özel bir ruhsatı ifade etse de, "müminlerden ayrı olarak, sana özgü olmak üzere" ifadesi, bu durumun O'nun peygamberlik misyonunun bir gereği olduğunu vurgular. Ayette belirtilen kadınlarla bir anda toplu evlenmesi söz konusu değildir; aksine, Peygamber'in bu listedeki kadınlardan herhangi birini tercih edebileceği bir ruhsattır. Özellikle "eğer mümin bir kadın kendini Peygamber’e bağışlar da Peygamber de onu nikâhlamak isterse" ifadesi, o dönemin toplumsal koşullarında, Peygamber'in hicret halinde olduğu ve bazen maddi imkanlarının kısıtlı olabileceği durumlarda, bir kadının kendi rızasıyla ve gönüllülüğüyle Peygamber ile izdivaç kurmak istemesine bir kolaylık sağlamak amacıyla verilmiş bir izindir. İslam hukukunda mehir, evliliğin temel şartlarından biridir ve eşlerin anlaşmasıyla belirlenir; kadının kendi rızasıyla mehirden feragat etmesi de caizdir. Ayette Peygamber'e tanınan bu istisna, o dönemin ve Peygamber'in hicret halindeki özel şartlarını göz önünde bulundurur. Ancak, tarihî kaynaklarda Hz. Peygamber'in bu ruhsatı fiilen kullandığına dair hiçbir kayıt bulunmamaktadır. Bu durum, O'nun nefsani arzulardan uzak duruşunu ve kendisine tanınan ayrıcalıkları kişisel menfaat için kullanmadığını açıkça gösterir. Ayetin sonundaki "Bütün bunlar, sana herhangi bir güçlük olmaması içindir" ifadesi ise, bu ruhsatın Peygamber'in (s.a.v.) risalet görevini daha kolay yerine getirmesi, toplumsal ve dini reformları gerçekleştirmesi amacıyla verildiğine işaret eder.
Burada asıl vurgulanması gereken, Kur'an'ın bu tür ayetlerdeki çoklu hitap şeklidir: Amca kızı, hala kızı, teyze kızı gibi akrabalarla evlilik, ayette belirtildiği gibi, o dönemde ve günümüzde de İslam toplumlarında geçerli olan genel bir hükümdür. Ayrıca, ayetteki mehir konusundaki esneklik, hem o günün şartlarına ve özel durumlara hitap ederken, hem de gelecekteki toplumsal değişimlere ve evlilik kurumunun evrimine işaret edebilir. Günümüzde gençlerin, her iki tarafın da çalıştığı ve ortak hayat kurduğu anlaşmalı evliliklerde mehir konusunu kendi aralarında kararlaştırması, hatta kimi durumlarda mehirsiz evlenmeyi tercih etmesi, aslında Kur'an'ın evlilikte karşılıklı rızayı ve anlaşmayı temel alan ruhuna aykırı değildir. Bu geniş perspektiften bakıldığında, ayette hiçbir acayiplik veya çelişki yoktur; aksine, o günden başlayıp genele, geleceğe ve toplumsal yapıya yönelik bir işaret taşımaktadır. Bu derinliği, ancak açık kalbi ve aklı olanlar, yani hakikate bakmasını bilenler idrak edebilir.
Kur'an'ın Çok Boyutlu ve Yaşamsal Mesajı: Zamansız Bir Kılavuz
Kur'an-ı Kerim, sadece kuru bir metin değil, insanın kendini, evreni ve varoluşu okumasını emreden dinamik bir kelamdır. O'nun mesajı, her duruma hitap eder ve hayatın her alanına rehberlik eder.
Kozmik "Oku" Emri: Alak Suresi'nin ilk ayetleri, "Yaratan Rabbinin adıyla oku!" diyerek, insanın sadece okuma-yazma öğrenmesini değil, aynı zamanda kendi varoluşunu, bedenini ve tüm evreni ilahi işaretler olarak okumasını emreder. Bu, Big Bang gibi evrenin başlangıcına dair bilimsel teorilerle Kur'an'ın işaretlerinin örtüşmesiyle de desteklenir: "O inkâr edenler görmediler mi ki gökler ve yer bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmayacaklar mı?" (Enbiyâ, 21/30).
Arınma ve Tebliğ Sorumluluğu: Müddessir Suresi'ndeki "Ey bürünüp sarınan! Kalk ve uyar! Rabbini yücelt! Elbiseni temiz tut! Pislikten uzak dur!" emirleri, bilginin kişisel arınma ve toplumsal tebliğ sorumluluğuna dönüşmesini gösterir.
İlahi Kimlik ve Zamansız Bilgiler: Kur'an'ın, o dönemde bilinemeyecek bilimsel gerçekliklere (embriyoloji, dağların jeolojik işlevi) ve gelecek haberlerine işaret etmesi, onun insan sözü değil, Kadîr-i Mutlak'ın sonsuz ilim ve kudretinin bir eseri olduğunu kanıtlar. Bu, "O (Peygamber), kendi hevesinden konuşmuyor. O (size okuduğu) sadece vahyolunan bir vahiydir." (Necm, 53/3-4) ayetiyle perçinlenir. Ayrıca, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) zelletü'l-enbiyâ (anlık beşerî hatalar) durumlarında dahi Kur'an tarafından uyarılması, onun kendi nefsinden değil, ilahi gözetimle hareket ettiğinin kanıtıdır: "Eğer o (Peygamber) bize karşı bazı sözleri uydurup söylemiş olsaydı, elbette biz onu sağ elinden (kuvvetinden) yakalardık. Sonra da onun şahdamarını keser atardık." (Hâkka, 69/44-46)
Settar Sıfatı ve Toplumsal Huzur: Kur'an, insanlar arası ilişkilerde de adaleti ve merhameti emreder. Hucurat Suresi'nin 12. ayeti gibi açık ifadelerle tecessüs (birbirinin ayıbını araştırma) ve gıybeti yasaklaması, Allah'ın Settar (ayıpları örten) sıfatının bir yansımasıdır. Bu, "Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir" hadisiyle de desteklenir ve güven esaslı bir toplumun temelini oluşturur. Aksi halde, kişinin kendi ayıplarının açığa çıkabileceği de ilahi adalet gereği bir uyarıdır.
Sonuç: Hakikati Yaşamak ve Anlamak
Kur'an'ın mesajının "iki kabuk arasında kalmaması" gerektiği gerçeği, onun bir roman, tarih veya bilim kitabı gibi değil, kalbe hitap eden, üzerinde tefekkür edilmesi gereken, etik ve davranışsal bir rehber olarak anlaşılması gerektiğini vurgular. Maalesef günümüzde birçok sorun, bu bütünsel ve yaşamsal rehberlikten uzaklaşmaktan, kişisel menfaatlerin, nefsin arzularının ve dogmatik düşüncelerin hakikatin önüne geçmesinden kaynaklanmaktadır. "Kalpleri mühürlenmiş" olarak adlandırılanlar, kendi nefislerine ve şeytani akla teslim olan, hakikati duymak istemeyenlerdir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hayatı ve Kur'an'ın mesajı, bu tür bir zihniyetle savaşarak, insanları Kadîr-i Mutlak'ın sonsuz kudretinin rehberliğine ve gerçek huzura davet eder. Bu makale, bu yüce değerleri hatırlatarak, her okuyucuyu hem kendini hem de çevresini ilahi bir gözle okumaya, hakikati yaşamaya ve böylece daha anlamlı bir varoluşa ulaşmaya davet etmektedir.
Cevat ORHAN
Yorumlar
Yorum Gönder