Kadiri Mutlaktan Farkındalığa: Yeni Bir Çağın İnşası


Kadiri Mutlaktan Farkındalığa: Yeni Bir Çağın İnşası

Cevat ORHAN

Günümüz dünyası, hızına yetişmekte zorlandığımız bir kaosun içinde savruluyor gibi. Sınırsız rekabet, bitmek bilmeyen tüketim hırsı, gitgide büyüyen eşitsizlikler, adaletsizlikler, zulüm ve savaşlar, yaşamın her alanına sızmış durumda. İnsanoğlu, teknolojik ilerlemelerle her şeyi keşfettiğini sanarken, aslında kendi özünden ve varoluşun temel bağlarından kopmuş bir halde. Bu derin kopuş, bireysel mutsuzluklardan küresel felaketlere uzanan bir zincirleme reaksiyon başlatıyor.

Peki, bu girdabın içinden çıkış var mı? Bu makale, kadim bilgelikle modern içgörüleri harmanlayarak, bu kopuşu onaracak ve insanı gerçek potansiyeline ulaştıracak bir farkındalık yolculuğu sunuyor. Bu yolculuk, sadece bir felsefe ya da inanç sistemi değil, aynı zamanda hayatın her anına nüfuz edebilecek pratik bir dönüşüm rehberidir.

1. Kadiri Mutlak: Her Şeyin Kaynağı ve Sonsuz Potansiyeli

Her şeyin bir başlangıcı varsa, o başlangıç nerededir? Kozmolojiden tasavvufa kadar birçok düşünce sistemi, varoluşun nihai bir kökene sahip olduğu fikri etrafında döner. Bizim bu makaledeki temel kavramımız olan Kadiri Mutlak, tam da bu nihai Kaynağı ifade eder. O, zamandan, mekandan ve şekilden münezzeh olan, her şeyin üstünde olan; Levh-i Mahfuz'un ve hatta bilincin bile ötesinde bulunan, her şeyin programının ve potansiyelinin bulunduğu o nihai "durum" veya "kaynaktır." Bu, evrendeki her zerrenin, her düşüncenin, her canlının, her formun bir başlangıç noktasına sahip olduğu fikrinden doğar. Ancak bu başlangıç noktası, bizim anlayabildiğimiz formların veya sınırlamaların ötesindedir. Tıpkı bir ağacın tüm potansiyelinin minik bir tohumda saklı olması gibi, varoluşun tüm sonsuz imkanları da bu Kadiri Mutlak'ta saklıdır.

İşte bu noktada kadim bir bilgelik devreye girer: Her şey O'ndandır ama O her şey değildir; varlıklar O'nun zatının gölgeleridir. Yani, gördüğümüz, dokunduğumuz, düşündüğümüz her şey, bu münezzeh ve sonsuz Kaynağın farklı şekillerde tecelli etmesidir. Bir ayna misali; aynada yansıyan görüntü gerçektir, ama aynanın kendisi görüntü değildir. Görüntü, aynaya tutulan nesnenin bir tecellisidir. Kuran-ı Kerim'deki Bakara Suresi'nin 31-33. ayetleri, bu derin anlayışı mükemmel bir şekilde resmeder: "Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti... Size dememiş miydim ki, göklerin ve yerin gaybını (gizlisini) ben bilirim. Açığa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de bilirim." Bu ayetler, Âdem'e sadece kelimelerin değil, varlıkların hakikatinin, işlevinin, anlamının, yani onların "programlarının" idrak ettirildiğini gösterir. Meleklerin bilgisi belirli bir program dahilinde sınırlıyken, Âdem'e bu programların ötesindeki potansiyeli fark etme ve anlamlandırma yeteneği verilmiştir.

2. İnsan: Kainatın "Son Cümlesi" ve İlahi Ayna

Eğer Kadiri Mutlak, her şeyin programının ve potansiyelinin kaynağıysa, bu sonsuz kozmik kitabın en özel bölümü neresidir? Cevap açıktır: İnsan. Zira, kainat bir kitapsa, insan onun son cümlesidir. İnsan, sadece var olan değil, varoluşun anlamını tamamlayan, onu idrak eden ve dolayısıyla bu büyük "kitabı okuyup yorumlayabilen" eşsiz bir varlıktır.

İnsanın bu eşsiz konumu, ilahi ifadeyle "insanı kendi suretimde yarattım" ve "ahsen-i takvim" (en güzel biçim) olarak yaratılmasında gizlidir. Bu, Allah'ın sıfatlarının insanda tecelli etmesi, insanın ilahi ilim, irade, kudret, cemal gibi nitelikleri kendi sınırlı varlığında yansıtabilmesi demektir. Bu yansıma potansiyeli, her insanın doğuştan gelen bir onura ve şerefe sahip olduğunu kesinleştirir. Eğer her birimiz ilahi birer yansımaysak, o zaman hiçbir insanın diğerinden özünde üstünlüğü yoktur. Bu anlayış, her türlü tekebbür, tahakküm ve sömürüyü reddeder; zira başka bir ilahi yansımaya zarar vermek, aslında o tek Kaynağa saygısızlık etmektir.

Bu derin ilişkiyi "İnnâ Lillâhi ve İnnâ İleyhi Râciûn" (Muhakkak ki biz Allah içiniz ve muhakkak ki biz O'na döndürüleceğiz) ayeti mükemmel özetler. "Biz Allah içiniz" kısmı, varlığımızın O'ndan geldiğini, O'nunla bir bağlantı içinde olduğumuzu, O'nun sıfatlarının birer yansıması olduğumuzu belirtir. "Biz O'na döndürüleceğiz" kısmı ise sadece fiziksel bir dönüş değil, aynı zamanda bilinçsel ve ruhsal bir dönüşü, yani kendimizi bilerek O'nu fark etme yolculuğumuzun nihai gayesini ifade eder.

3. Kalp, Akıl ve Zekanın Hizalanması: Farkındalığın Anahtarı

İnsanın bu muazzam potansiyelini açığa çıkarmasının ve ilahi yansımayı tam anlamıyla idrak etmesinin yolu, kalp, akıl ve zekanın (idrak ve uygulama yeteneği) uyumlu bir şekilde hizalanmasından geçer. Ne var ki, günlük yaşamın koşturmacası ve nefsin (egonun) etkileri, bu hizalanmayı çoğu zaman engeller. Akıl, bilindik yollarda kalmaya direnir, nefis ise hırslarıyla insanı gerçek gayesinden uzaklaştırır. Bu, sürekli bir iç çatışmadır.

Ancak insan, aklını ve zihnini nefsinin oyunlarından kurtarıp kalbinin sesine kulak vermeye başladığında, bir içsel boşluk oluşur. Bu boşluk, bir yokluk değil; tam aksine, dışsal gürültüden ve zihinsel takıntılardan arınmış, Kadiri Mutlak'tan gelen potansiyelin tecelli edebileceği berrak ve açıklık dolu bir alandır. İşte bu açıklıkta, ilahi sıfatların ve Hakk'ın yansımalarının daha net görünmesi mümkün olur. "Allah hiçbir yere sığmam, ama kalplere sığarım" diyen Hadis-i Kutsi, kalbin bu eşsiz konumunu ve ilahi tecellilerin merkezi oluşunu vurgular. Arınmış kalp, ilahi olanın en berrak aynasıdır.

Modern bilim de bu durumu destekler. Dr. Paul Bach-y-Rita'nın görme engellilerin beyinlerinin dokunma duyusuyla "görmeyi" öğrenmesi gibi örnekler, beynin inanılmaz bir nöroplastisiteye, yani kendini yeniden düzenleme ve adapte etme yeteneğine sahip olduğunu gösterir. Bu, kalbin yol göstericiliğinde akıl ve zekanın odaklanmasıyla, beynin de yeni "algı" kanalları açarak hakikati farklı şekillerde idrak edebileceği anlamına gelir.

Bu olgunlaşma yolunda, tefekkür ve dini ritüeller büyük bir rol oynar. İslam'ın beş şartı olan Kelime-i Şehadet, Namaz, Oruç, Zekât ve Hac, bu kemalat yolculuğunda insana rehberlik eden önemli araçlardır. Ancak burada kilit nokta, bu ibadetlerin birer amaç değil, araç olduğunun farkındalığıdır. Eğer bunlar nefsin hoşuna gidecek, riyakârlık içeren veya sadece şekilden ibaret ritüeller olursa, asıl gayelerinden sapılır. Bu ibadetler, kalbi arındırmak, nefsi terbiye etmek, Allah'a yaklaşmak ve olgunlaşmak için birer vesile olarak kullanıldığında, gerçek anlamlarını bulur ve insanı hakikate eriştirmede önemli bir rol oynar. Onlar, zihni sakinleştiren, kalbi besleyen ve ruhu yücelten pratiklerdir.

4. Anı Yaşamak: Kamil İnsan Hâli ve Yaratılışla Dans

Kalp, akıl ve zekası tam bir hizalanma içinde olan bir birey, artık anı yaşar. Bu, sadece şimdiki zamanda bulunmak değil, aynı zamanda geçmişin pişmanlıklarından ve geleceğin kaygılarından arınarak, varoluşun derinlikleriyle bütünleşmektir. Bu hâl, İnsan-ı Kamil'in ulaştığı zirvedir; zira sadece düşünsel bir bilgi değil, yaşanılan bir hâldir.

Anı yaşayan bir insanın algısı dönüşür; zihinsel gürültüden arındığı için duyuları keskinleşir. Bir çiçeğin her yaprağındaki deseni, bir insanın gözlerindeki en ince duyguyu fark edebilir. Bu, ilahi sıfatların (Sanatçı, İlim, Basîr gibi) her detayda nasıl tecelli ettiğini idrak etmektir. Eylemleri, planlara veya beklentilere bağlı bir zorlama olmaktan çıkar, adeta yaratılışla uyumlu bir "akış hâline" dönüşür. Bu hâlde, birey kendi iradesini ilahi iradeyle uyumlar ve Kadiri Mutlak'tan gelen potansiyelin o an için en uygun tezahürünü yakalar.

Bu sadece kişisel bir huzur değil, aynı zamanda bir dönüştürücü etki yaratır. Anı yaşayan ve kalbi Allah'la tam bir birlik içinde olan İnsan-ı Kamil, çevresine de bu huzuru ve farkındalığı yayar. Tıpkı bir mıknatısın çevresindeki metalleri etkilemesi gibi, bu hâldeki bir birey de çevresindeki insanları ve olayları olumlu yönde dönüştürme potansiyeline sahiptir. Bu, aynı zamanda zamanın doğrusal akışından da bir nebze kurtulup, anın içinde sonsuzluğu deneyimlemek anlamına gelir.

5. İçsel Eğitim ve Küresel Dönüşüm: Yeni Bir Aydınlanma Çağrısı

Modern dünyanın sorunlarına köklü ve sürdürülebilir bir çözüm bulmak, dışsal sistemleri yıkmaktan çok, insanın içsel bir eğitimle kendi özüne dönmesinden geçer. Rekabet, tüketim hırsı, eşitsizlik ve zulüm gibi sorunlar, kalbin ilahi olandan kopuşunun, aklın nefsin hizmetine girmesinin ve bu derin farkındalık eksikliğinin bir sonucudur.

Bu nedenle, ihtiyacımız olan şey, yeni bir Aydınlanma Çağı'dır. Bu yeni çağda, Antik Yunan'ın "kendini bil" çağrısını, Sufizm'in "Vahdet-i Vücud" anlayışını ve Kuran'ın "insanı kendi suretimde yarattım" öğretisini modern bilimsel anlayışlarla harmanlayarak, kalp, akıl ve zekanın tam bir hizalanmasını sağlayabiliriz. Bu içsel eğitim, hayatın her alanına yayılmalıdır:

 * Değer Odaklı Eğitim: Okuldan aileye, tüm eğitim sistemini sadece bilgi aktarımından öte, insani değerleri, empatiyi, işbirliğini ve etik sorumluluğu vurgulayan bir yapıya dönüştürmek.

 * Farkındalık Pratikleri ve İbadetin Ruhu: Tefekkür ve bilinçli nefes gibi pratiklerin yanı sıra, dini ibadetlerin (Kelime-i Şehadet, namaz, oruç, zekât, hac gibi) özüne inmek. Bu ibadetlerin şekli değil, kalbi arındırma, nefsi terbiye etme ve Allah'a yakınlaşma aracı olarak kullanılması teşvik edilmelidir. Bunlar, zihni sakinleştiren, kalbi besleyen ve ruhu yücelten güçlü vesilelerdir.

 * Adil Ekonomik Sistemler: Kapitalizmin yol açtığı eşitsizlikleri giderecek, her bireyin ilahi onurunu koruyan, adil kazanç ve fırsat eşitliğini esas alan modeller geliştirmek.

 * İnsana Odaklı Teknoloji: Yapay zeka ve teknolojiyi insan emeğini değersizleştirmek yerine, insanlığın potansiyelini artıracak, yaşam kalitesini yükseltecek ve toplumsal sorunlara çözüm üretecek şekilde yönlendirmek.

 * Barış ve Diyalog Kültürü: İnanç ve kimlik farklılıklarını ayrımcılık nedeni olarak kullanmak yerine, diyalog, karşılıklı anlayış ve hoşgörüyü esas alan bir dünya görüşünü benimsemek.

Sonuç: Farkındalıkla Yeni Bir Çağa Adım

Bu derinlemesine yolculuktan çıkardığımız en önemli ders, insanlığın karşılaştığı mevcut zorlukların çözümünün, dışsal güçlerde değil, her bireyin kendi içsel dönüşümünde yattığıdır. Kadiri Mutlak'tan gelen sınırsız potansiyelimizin farkına vararak, kalp, akıl ve zekamızı hizalayarak ve anı tam anlamıyla yaşayarak, kendi "İnsan-ı Kamil" potansiyelimizi açığa çıkarabiliriz.

Bu içsel yolculuk, bireyin kendi özünden ve ilahi olanla olan derin bağından kopuşunu onarırken, aynı zamanda tahakküm ve sömürüye karşı duruşun, rekabet yerine işbirliğinin, tüketim yerine sürdürülebilirliğin ve savaş yerine barışın temelini oluşturur. Kalbin, insanın gerçek Kâbesi olduğu bilinciyle atılacak her adım, sadece bireysel bir aydınlanma değil, aynı zamanda tüm insanlık için daha adil, daha merhametli ve daha bilinçli bir dünya inşa etme yolunda atılan en değerli adımdır. Çünkü "kendini bilen Rabbini bilir"; ve Rabbini bilen, tüm kainatla uyum içinde yaşar, böylece yeni bir çağın şafağına öncülük eder.

Cevat ORHAN


Yorumlar

Popüler Yayınlar