Nefsin Teslimiyeti ve İnsan-ı Kâmil'e Vuslat: İlahi Sırra Yolculuk
Nefsin Teslimiyeti ve İnsan-ı Kâmil'e Vuslat: İlahi Sırra Yolculuk
Her şeyin programının ve potansiyelinin bulunduğu o nihai "durum" veya "kaynak" olan Mutlak Hiçlik'ten, yani Kadir-i Mutlak olan Allah'tan her şey yansır. Bu yansımada, var olan her zerre, O'nun isim ve sıfatlarının birer tecellisidir. Bu yüzden, "Sen osun ama O sen değildir; her şey O'dur ama O her şey değildir." Allah'tan yansıyan her şey güzeldir ve O, her şeyi en güzel surette yaratmıştır. Kur'an'da da belirtildiği gibi (Mülk, 67:3-4), yaratılışta hiçbir eksiklik ve kusur yoktur; gözler aciz kalarak geri döner.
Ancak bu mükemmelliği çarpıtan bir ayna vardır: insan nefsi, enaniyeti ve egosu. İnsan, ahsen-i takvim üzere yaratılmış olsa da, nefsi bu yansımayı doğru idrak edemediğinde esfele safilin'e düşebilir. Bu durum, hem Allah'a iftira atmak hem de O'nun yarattıklarında ve yaratışında kusur aramak anlamına gelir.
Nefsin Mertebeleri ve İmtihanın Hikmeti
İnsan nefsi, kendi içinde farklı mertebelere ayrılır ve her mertebe, ruhsal bir arınma sürecini temsil eder:
* Nefs-i Emmâre: Nefsin en ham ve terbiye edilmemiş hâlidir. Kendi arzu ve isteklerinin peşinden koşan, hakikatten bihaber olduğu "aşağılık" durumudur.
* Nefs-i Levvâme: Kişinin yaptığı hataların farkına varmaya başladığı, kendini kınadığı ve pişmanlık duyduğu aşamadır. Bu, manevi uyanışın ilk işaretidir.
* Nefs-i Mülheme: Bu inişli çıkışlı mertebede nefis, zaman zaman doğru ilhamlar alır ancak henüz tam bir istikrara kavuşamamıştır. Hak ve batıl, doğru ve yanlış arasındaki mücadele devam eder.
İnsan bu mertebelerde seyrederken, dünya bir hapishane ve eğitim alanı görevi görür. Maddi sıkıntılar, iftiralar, evlatlar ve mallar gibi çeşitli şekillerdeki imtihanlar, aslında nefis terbiyesi içindir. Kur'an'da da işaret edildiği gibi, mallar ve evlatlar birer imtihan vesilesidir (Enfal, 8:28 ve Tegabun, 64:15). Rabbü'l-âlemin, kulunu kendine yaklaştırırken bu imtihanlardan geçirir ve Allah, kuluna kaldıramayacağı yükü asla yüklemez (Bakara, 2:286).
Manevi Sıçrama ve Mutlak Teslimiyet
Bazı durumlarda, bu inişli çıkışlı nefis mertebelerinden geçen insan, yaşadığı derin bir imtihan veya ilahi bir tecelli sonucunda, büyük bir manevi sıçrama yaşar. Bir anda kendini aşağıdaki yüksek mertebelerde bulabilir:
* Nefs-i Mutmainne: Kalbin huzur ve tatmin bulduğu, imanda, ibadette ve güzel ahlakta istikrarın sağlandığı mertebedir. Şüpheler azalır, içsel bir dinginlik hâkim olur.
* Nefs-i Râdiye: Kişinin başına gelen her şeyden, ilahi takdirden tam bir hoşnutluk duyduğu, her durumda Allah'a yöneldiği aşamadır.
* Nefs-i Mardiyye: Allah'ın kulundan razı olduğu karşılıklı bir razılık hâlidir; kişinin tüm hâlleri Allah katında makbuldür.
* Nefs-i Sâfiye / Kâmile: Nefsin tüm kirlerden arındığı, kemalata erdiği, benliğin tamamen eridiği ve hakikatin aynası haline geldiği en yüce mertebedir.
Bu sıçrama sonucunda, kişi tam bir teslimiyetle her şeyini Allah'a teslim eder. Artık dünyalık hiçbir kaygıya düşmez, her şeyin Allah'tan geldiğine ve gelen her şeyin O'nun nazarında bir sebebi olduğuna sarsılmaz bir inanca sahiptir. Bu sebepleri aklen düşünme ihtiyacı hissetmez. "Allah'ın dediği olur" şiarı, onun iç dünyasında yankılanır. O, bu dünyada iken "ölmeden ölünüz" hadisine mazhar olmuş, nefsinin esaretinden kurtulmuştur. Bu dünyanın geçici bir han, kendisinin ise bir yolcu olduğunun farkındadır.
Fena Fillah ve Beka Billah: Nihai Eriş ve İlahi Sır
"İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir" düsturuna ulaşmış, gerçek ilmin kendi hakikatini bilmek olduğunu idrak etmiştir. Bu ilim ona fayda etmiş, hakikat yolculuğunda hakikate erişmiş ve onda kaybolmuştur. Bu, kişinin benliğini tamamen eriterek hakikatte kaybolmasıdır, tasavvufta Fena fillah (Allah'ta yok oluş) olarak adlandırılır. Kişi, kendi bireysel varlığını O'nun mutlak varlığı karşısında hiç saymıştır.
Fena fillah halinden sonra ise Beka Billah (Allah ile baki olma) makamına erişilir. Bu, kişinin benliğinden arındıktan sonra ilahi nurla yeniden var olması, adeta tekrar yaratılmasıdır. Artık o, "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" (Bakara, 2:156) (Şüphesiz biz Allah'tan geldik ve şüphesiz dönüşümüz O'nadır) bilincini yaşamının her anında içselleştirmiş, hem dünyada hem de ruhsal tekâmülde hakikatte kaybolmuştur.
Bu makamda, insan idraki Allah'ın idrakinde kaybolur ve insanın cüzi iradesi Allah'ın külli iradesinde kaybolur. İnsan artık nefis denen şeyi terk etmiş, tamamen İnsan-ı Kâmil derecesine erişmiş, tüm sorgulama devrelerini geçmiş, akıl ve zihin devereden çıkmış, kalbiyle tamamen Allah'a teslim olmuş, tamamen yok olmuş, Allah'ta hallik bulmuştur. O, artık hiçtir, hiç olmuştur.
Ceseden dünyada olsa da, manevi olarak hiçbir yerdedir. O, bedensel varlığıyla dünyada bulunsa da, manevi olarak dünyevi kaygılardan ve sınırlamalardan azade bir haldedir. Rabbü'l-âlemin, bu kâmil kullarını hep gizler, artık o bir sır olmuştur. Bu kişi, Allah'ın daimi koruması altındadır. "Allah izin vermedikçe ona kimse zarar veremez." Nitekim Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle anlatır:
"Bir gün Hz. Peygamber’in terkisinde bulunuyordum. Bana: “Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim” dedi ve şöyle buyurdu: “Allah’ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın (rızâsını) her işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen, Allah’tan dile! Ve bil ki, bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir. (Bundan sonra takdirde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.)" (Tirmizî, Kıyâmet, 59).
Bu hadis, kâmil kulun Allah'a olan tam tevekkülünü ve ilahi koruma altındaki halini en güzel şekilde ifade eder.
Kalbi Selimden Gelen
Yorumlar
Yorum Gönder