Okyanusların Derinliğinden Varoluşun Sonsuzluğuna: İnsanın Anlama ve Kendini Konumlandırma Çabası

Okyanusların Derinliğinden Varoluşun Sonsuzluğuna: İnsanın Anlama ve Kendini Konumlandırma Çabası
Cevat ORHAN
İnsanoğlu, var olduğu günden bu yana çevresini ve evreni anlama, anlamlandırma çabasında olmuştur. Bu arayışta, çoğu zaman uzayın derinliklerindeki yıldızlar ve galaksiler gibi kozmik ölçekteki olgulara odaklanılırken, kendi gezegenimizdeki okyanusların barındırdığı gizemler ve yaşamın karmaşıklığı göz ardı edilebilmektedir. Ancak bu sadece bir başlangıç; asıl mesele, insanın bu keşif yolculuğunda kendini nerede konumlandırdığı ve bilgiye olan yaklaşımında düştüğü yanılgılardır.
Keşfedilmeyi Bekleyen Bir Evren: Okyanuslar ve Denizler
Gezegenimizin büyük bir kısmını kaplayan okyanuslar ve denizler, tıpkı uzay gibi, kendi içinde sayısız keşfedilmeyi bekleyen bir evren barındırır. Yüzeyden en derin çukurlara kadar uzanan bu sualtı dünyası, inanılmaz bir biyoçeşitliliğe ve karmaşık ekosistemlere ev sahipliği yapar. Güneş ışığına bağımlı olmayan hidrotermal bacaların etrafında gelişen yaşam formlarından, ışık saçan derin deniz canlılarına kadar her biri, doğanın sonsuz yaratıcılığının birer kanıtıdır. Okyanuslar aynı zamanda küresel iklimi düzenleyen, karbon döngüsünde kilit rol oynayan ve atmosferimizdeki oksijenin büyük bir kısmını üreten, gezegenimizin yaşam damarlarıdır. Bu kadar yakınımızda duran bu muazzam sistemin dahi tüm detaylarıyla çözülememiş olması, insan aklının sınırlarına dair önemli bir ipucudur.
İnsanın Kendini Konumlandırma Çabası ve Yanılgılar
İnsanoğlu, bir yandan içinde yaşadığı dünyayı dahi tam olarak çözememişken, diğer yandan evrenin yaratılışı gibi çok daha büyük ve kapsamlı konular üzerine sayısız varsayım ve teori üretmekte, hatta bunları mutlak hakikat gibi savunma eğilimi gösterebilmektedir. Bilimsel ve teknolojik ilerlemeler, özellikle yapay zeka ve robotik alanındaki gelişmeler, bazı durumlarda insanın kendini "her şeye kadir" hissetmesine yol açabilmektedir. Bu durum, insanın kendini dünyanın veya evrenin hakimi olarak görme, hatta ilahlaştırma çabasına kadar gidebilen bir kibir halini alabilir. Oysa bir yapay zekanın onu icat edeni ve programlayanı inkar etmesi ne kadar absürtse, insanın da kendi varoluşunun başlangıcını –bir nutfeden geldiğini– göz ardı etmesi ve kendini yaratanı yok saymaya çalışması da o derece düşündürücüdür. Bu, bir nevi kendini kandırma halidir.
Maddi Odaklılığın Esareti ve Gerçek Özgürlük
Günümüz dünyasında giderek artan bir şekilde her şeyi maddeyle ve parayla değerlendirme eğilimi, insanı derin bir yanılgıya sürüklemektedir. Para, bir araç olmasına rağmen, mutlak özgürlük olarak algılandığında tam tersi bir etki yaratır: esaret. Yüksek makamlara gelmiş yöneticiler dahi, maddi hırsların ve sistemin beklentilerinin esiri olabilirler. Halbuki gerçek özgürlük, maddi bağımlılıklardan ziyade, kişinin etik değerler çerçevesinde, adalet, doğruluk ve dürüstlük gibi ilkelerle hareket etmesiyle mümkündür.
Yaratılışın Hakikati ve İnsanlığın İmtihanı
İnsanın kendi türüne ve doğaya karşı gösterdiği yıkıcı eğilimler, Kur'an-ı Kerim'deki "Yeryüzünde fesat çıkarmayın, onu imar edin" (Duhân Suresi) gibi ilahi emirlere taban tabana zıttır. Bu durum, insanın sahip olduğu potansiyeli yanlış kullanmasının acı bir sonucudur.
Evrenin genişlemesi ve sonsuzlukta sonluluk gibi kozmik gerçekler karşısında, insanın kendi zekasının ve aklının sınırlı olduğunu kabul etmesi gerekir. "Biz Allah içiniz ve O'na döndürüleceğiz" (Bakara Suresi) ayetinde ifade edildiği gibi, yaratılışın hakikati ve insanın nihai varış noktası, Yaratıcı'nın mutlak kudretinde gizlidir. İnsanın kendi acziyetine rağmen Yaratıcı'yı yok saymaya çalışması, Tek olanın yarattığı dualitenin ve diyalektiğin bir eseri olarak, insanlığın gerçek anlamda bir imtihanın içinde olduğunun kanıtıdır.
Ankebût Suresi'nde Yaratıcı'nın kendisini "âlemlerden Gani" olarak nitelemesi, O'nun her şeyden münezzeh, hiçbir şeye muhtaç olmayan, kendi zatıyla kaim ve tüm varoluşun ötesinde olduğunu net bir şekilde ifade eder. Bu, hem ilahi bir tarif hem de bilimsel bilginin "nasıl" sorusuna cevap arama çabasının yetersiz kalacağı bir boyuttur. İnsan zihninin, zekasının ve aklının "niçin" sorusuna cevap vermekteki sınırlılığı da burada açıkça ortaya çıkar.
Ahsen-i Takvîm'e Ulaşma Yolu: Kalbin Fısıltıları
İnsanın yaratılışı itibarıyla en yüksek potansiyeline, yani "ahsen-i takvîm"e (en güzel kıvamda yaratılmışlığa) ulaşması, ancak belirli bir yolculukla mümkün olabilir. Bu yolculuk, etik değerler çerçevesinde yaşamak, gerçek hakikati aramak ve Yaratıcı'nın "adalet fısıltılarını" ve "terbiye fısıltılarını" dinleyerek sürekli olarak kamil olma yolunda ilerlemekle mümkündür.
Bu süreçte, insanın sadece zihnin analitik ve mantıksal fısıltılarına değil, aynı zamanda kalbin sezgisel ve manevi fısıltılarına kulak vermesi elzemdir. Zira zihnin yanıltıcı olabilen fısıltıları karşısında, kalbin saf idraki, hakikate giden yolda gerçek bir pusula görevi görür. İşte bu noktada, zihnin kalple hizalanması sonucunda, zihin doğru bir şekilde çalışacak ve insan hakikate ulaşma yolunda büyük bir mesafe kat edecektir. Bu bilinç ve mütevazılık, insanı maddi dünyanın sınırlılıklarından kurtararak, varoluşla daha derin ve anlamlı bir bağ kurmasını sağlayacaktır. Cevat ORHAN 

Yorumlar

Popüler Yayınlar