Zaman, Mekan ve Varlığın Sırrı: Kozmik Yaratılışın İnsanla Buluşması
Zaman, Mekan ve Varlığın Sırrı: Kozmik Yaratılışın İnsanla Buluşması
Cevat ORHAN
Zaman ve mekan, varoluşun en temel ve gizemli kavramları. Asırlardır insan zihnini meşgul eden bu olgular, yalnızca fiziksel gerçeklikler değil, aynı zamanda felsefi, metafizik ve teolojik derinlikler barındırır. Peki, zaman ve mekan insan var diye mi var? Yoksa bizden bağımsız, evrenin ezelî birer parçası mı? Bu soruların cevabı bizi hem bilimin hem de inancın kesişim noktasına götürüyor.
Uzay-Zaman Dokusu: İnsandan Bağımsız Bir Gerçeklik
Modern fiziğe göre, uzay-zaman adını verdiğimiz dört boyutlu süreklilik, evrenin temel dokusudur ve insan bilincinden bağımsız olarak var olur. Albert Einstein'ın görelilik teorileriyle ortaya konan bu anlayış, kütlenin ve enerjinin uzay-zamanı bükerek kütle çekimini oluşturduğunu gösterir. Büyük Patlama (Big Bang) ile evrenin genişlemesiyle birlikte uzay-zaman da oluşmuş ve bu genişleme süreci milyarlarca yıldır devam etmektedir. Yıldızların doğuşu, galaksilerin hareketleri gibi tüm kozmik olaylar, insan varlığından çok önce başlamış ve insanlık olmasa bile devam edecek olan bu uzay-zaman dokusu içinde gerçekleşir. Madde ve enerji var olduğu sürece, uzay ve zaman da evrenin ayrılmaz bir parçası olarak mevcuttur.
İnsanın Zaman ve Mekan Algısı: Sübjektif ve Kültürel Boyut
Ancak, uzay-zamanın objektif varlığından farklı olarak, insanın zaman ve mekan algısı büyük ölçüde sübjektif ve kültüreldir. Mekan anlayışımız genellikle "bir yerde olma" ile sınırlıdır; bulunduğumuz şehir, oturduğumuz oda gibi kişisel konumlarımızla ilişkilidir. Aynı şekilde, zaman algımız da çeşitli takvim türleri (Ay, Güneş takvimleri) ve psikolojik deneyimlerimizle şekillenir. Saatler, günler, aylar gibi zaman birimleri, insanların günlük yaşamlarını düzenlemek için oluşturduğu yapay sistemlerdir. Mutlu olduğumuzda zamanın hızlı, sıkıldığımızda ise yavaş akması gibi psikolojik durumlar, zamanın kişisel deneyiminin ne kadar farklı olabileceğini gösterir. Uzay-zaman fiziksel bir gerçeklik olsa da, onu kavramsallaştıran, ölçen ve anlamlandıran varlık insandır.
Mutlak Kudret, "Ol" Emri ve Sürekli Yaratılış
Bu noktada, evrenin varoluşunun ardındaki metafizik boyut devreye giriyor. Mutlak güç veya Yaratıcı, zamandan ve mekandan münezzehtir; yani O, zaman ve mekanın ötesindedir, onların sınırlarına tabi değildir, aksine onların yaratıcısıdır.
Kutsal metinlerdeki ifadelerle bu süreç şöyle bir bakış açısı kazanır: "Ben gizli bir hazineydim, bilinmek için kâinatı yarattım" hadis-i kudsisi, evrenin yaratılışının temel bir amacı olduğunu gösterir. Bu amaç, Yaratıcı'nın kendini ifşa etme arzusudur. Bu ifşa sürecinin başlangıcı ise, "Ol" (Kün) emriyle başlayan saf enerji ile ilişkilendirilebilir. Bu saf enerjinin içinde, hem uzayın hem de zamanın potansiyeli zaten mevcuttu. Big Bang, bu saf enerjinin bir anlık patlaması değil, aksine belli bir olgunlaşma sürecinin devamı ve uzay-zamanın gözlemleyebildiğimiz formunu almasının başlangıcıdır.
Kuran-ı Kerim'deki "Biz sürekli yaratış halindeyiz" ayeti de bu dinamik süreci destekler. Evren, sabit ve durağan değil, sürekli genişleyen ve dönüşen bir yapıdır. Yıldızların doğup ölmesi, galaksilerin hareketleri ve maddenin sürekli form değiştirmesi, bu sürekli yaratılışın kozmik ölçekteki tezahürleridir. Tüm bunlar, zamandan ve mekandan münezzeh Yaratıcı'nın bilincinin ve sonsuz iradesinin "Kün" şeklindeki kesintisiz bir yansımasıdır.
İlahi İtaat ve Kozmik Düzen: Melekler ve Evrenin Dönüşü
"Ol" emrinin bu kozmik tezahüründe, melekler kavramı da önemli bir yer tutar. Onlar, enerji ve maddenin yaratılışının devamında, Yaratıcı'nın emirlerine itirazsız bir şekilde tabi olan, irade ve eylemlerinde mutlak itaati temsil eden varlıklardır. Bu itaat, yalnızca meleklerle sınırlı değildir; atomdan galaksilere kadar evrendeki her şeyin belli bir çekirdeğin etrafında dönmesi (elektronların çekirdek etrafında, gezegenlerin yıldızlar etrafında, yıldız sistemlerinin galaksi merkezleri etrafında dönmesi gibi) bu evrensel itaatin ve düzenin somut bir göstergesidir. Her bir dönüş, kozmik bir tavaf gibidir. Bu düzen içinde, Yaratıcı'nın "Ol" emri mutlak bir şekilde yerine getirilir; evrende hiçbir şey bu emre karşı gelmez, her şey belirlenmiş bir yörünge ve düzen içinde hareket eder.
Bu ilahi tabiiyet, bizim dünyevi pratiklerimizde de sembolik olarak karşılık bulur. Kâbe'de yapılan tavaf, aslında insanın kendisini bu evrensel düzenin bir parçası olarak görmesi, Yaratıcı olana mutlak bir teslimiyetle tabiiyetini ilan etmesi ve O'nun emrini yerine getirme arzusunun fiziksel bir ifadesidir.
İnsan: Halife, Araştırıcı ve Kamilleşme Yolcusu
İşte tam da bu noktada, insan varlığının önemi belirginleşir. Diğer hiçbir varlığın üstlenmediği halifelik vazifesiyle insan, yeryüzünde Yaratıcı'nın temsilcisi kılınmıştır. Bu vazife, insanın araştıran, öğrenen ve icat edebilen özellikleriyle doğrudan ilişkilidir. Bu özellikler, Yaratıcı'nın bilgi ve yaratma sıfatlarının birer yansıması olarak, insanın evreni anlamasına ve O'nu tanımasına olanak tanır.
İnsan, bu dünyada belirli bir vakitle sınırlı olarak yaratılmıştır. Bu zamansal bağlılık, onun olgunlaşma ve kamilleşme yolculuğu için elzemdir. İnsan bu süreçte yalnız değildir; cinler gibi başka bilinçli varlıkların da yaratılmış olması, kulluk ve bilinme amacının evrensel boyutunu gösterir.
Evrendeki zıtlıklar (aydınlık-karanlık, iyi-kötü) ise, bu bilinme yolculuğunun ayrılmaz bir parçasıdır. Bu karşıtlıklar, kavramların daha iyi idrak edilmesini sağlar ve insanın ahlaki seçimler yaparak Yaratıcı'nın sıfatlarını daha derinden anlamasına yardımcı olur. Nihayetinde, insan, bu araştırma, öğrenme ve zıtlıklarla mücadele sürecinde, tek olan mutlakın nurunu tamamlamaya aracı olur. İşte bu tamamlama durumunda, Yaratıcı olan Allah'a karşı insanın imtihanı, bu yolda, yani kamilleşme yolunda gösterdiği tüm çabalardır. Bu çabalar, Yaratıcı'nın kendini tam olarak ifşa etmesi ve varlıkların O'nu eksiksiz tanıması anlamına gelen nihai amaca ulaşmanın tek yoludur.
Yorumlar
Yorum Gönder