Akıldan Kalbe Yolculuk: Teslimiyet Bilincinin Varlığa Bakışı
Akıldan Kalbe Yolculuk: Teslimiyet Bilincinin Varlığa Bakışı
Cevat ORHAN
Giriş
İnsan, varoluşundan itibaren "Neden?" ve "Nasıl?" sorularının peşine düşmüş, tüm kavram ve mantık araçlarını kullanarak nihai bir anlama ulaşmaya çalışmıştır. Bu çaba, kimi zaman bilimin sınırlarında gezinmiş, kimi zaman ise felsefenin en derin noktalarına ulaşmıştır. Ancak bu entelektüel arayış, her şeyin programını ve potansiyelini barındıran o sonsuz, tanımlanamaz kaynağın karşısında çoğu zaman yetersiz kalır. Çünkü bu kaynağı, ait olduğu sistemin araçlarıyla (dil, mantık) kavramaya çalışmak, kendi içimizde bir paradoks yaratır. Bu makale, bu entelektüel arayışın ulaştığı son noktayı ve bu noktadan sonra başlayan teslimiyet bilincini ele almaktadır.
Teslimiyet: Arayışın Nihai Noktası
Fiziksel bedenin dahi kendi irademiz dışında işleyen organlara sahip olması veya evrenin genişlemesi gibi akılla kavranması zor durumlar, kontrol gücümüzün sınırlı olduğunu gösterir. Bu durum, bilimsel verilerle açıklanabilse de, nihai bir hakimiyet kurulamayacağını ortaya koyar. Benzer şekilde, bir doğal afet anında hissedilen çaresizlik, korkudan kaçmanın anlamsızlığını gösterir. İşte tam da bu noktada, akıl ve kontrol arayışından vazgeçmek, yani teslim olmak; bir yenilgi değil, varoluşla barışmanın ve nihai kaynağın kudretini kabul etmenin bir yoludur. Bu, zihinsel bir mücadeleden çıkıp, kalbin huzuruna ulaşmaktır. İster enerji boşalması, ister frekanslar ve titreşimler gibi bilimsel açıklamalarla olsun, doğal afetler gibi olayların işleyişini durdurmak mümkün değildir. Bilim bize "nasıl" olduğunu açıklasa da, "neden"in veya olayın kendisinin kontrolünü vermez. Bu durum, bilimin ve aklın ulaşabildiği son nokta ile teslimiyetin başladığı yeri net bir şekilde ayırır. Sonuç olarak, ister öyle olsun ister böyle olsun, nihai varış noktası Allah'a teslimiyet ve kendini O'na emanet etmektir.
Ancak bu teslimiyet, pasif bir bekleyiş değil, aktif bir çabanın ardından gelir. "Tedbir bizden, takdir Allah'tan" ilkesi, insanın üzerine düşeni yapması, gerekli önlemleri alması ve ardından sonucunu Allah'a bırakması gerektiğini ifade eder. Tevekkül, tedbir ve teşebbüsleri bir kenara atmak değil, bilakis onların gereğini yerine getirdikten sonra Allah'a sığınmaktır.
Kur'an-ı Kerim'de bu teslimiyet ve tevekkül hali şöyle vurgulanır:
"…İnananlar ancak Allah'a tevekkül etsinler!” (İbrahim, 11; Tevbe, 51)
"…Şayet mü'minler iseniz, sadece Allah'a tevekkül edin!” (Maide, 23)
"…Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah ona yeter.” (Talâk, 3)
"Gerçek müminler ancak O Kimselerdir ki, Allah'ın adı anıldığı zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler." (Enfal, 2)
"Oysa her kim Allah'a tevekkül ederse bilsin ki, Allah galiptir, güçlüdür ve hikmet sahibidir." (Enfal, 49)
"Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah'tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et, Ona dayanıp güven. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü'minler, ancak Allah'a tevekkül etsinler." (Ali İmran, 159-160)
Hz. İbrahim'in teslimiyeti ise şu ayetle ifade edilir: "…Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum!” (Bakara, 131)
Müminlerin musibet anındaki teslimiyeti: “Şüphesiz ki biz Allah'a aitiz/Allah'tan geldik ve hiç şüphesiz yine O'na döneceğiz.” (Bakara, 156)
Hayatın ve ölümün Allah için olduğu bilinci: “Şüphesiz ki benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En'âm, 162)
Emanet ve Sevgi: Teslimiyetin Meyvesi
Teslimiyet bilinci, hayata bakış açımızı kökten değiştirir. Artık kendi bedenimizin, aklımızın veya sahip olduğumuz diğer varlıkların mutlak sahibi olmadığımızı anlarız. İnsan kendi iradesiyle dünyaya gelmediği gibi, ne bedeninin ne de ruhunun sahibidir. Tıpkı yapay zeka teknolojisinin de insan iradesinin doğrudan bir sonucu olarak oluşmadığı gibi, varoluşumuz bir sahiplik iddiasıyla başlamaz. Her şey, bize bir emanet olarak verilmiştir. Bu farkındalık, bir kontrol dürtüsünden ziyade, bir koruma ve sorumluluk duygusu doğurur. Bu duygunun en doğal sonucu ise yaratandan ötürü tüm yaratılanı sevmektir. Bu sevgi, sadece insanlara değil, tüm evrene yayılır ve emanet bilincinin en yüksek halini temsil eder.
Emanet bilinci Kur'an'da şöyle açıklanır:
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insanoğlu yüklendi. O gerçekten çok zalim ve cahildir.” (Ahzab Suresi, 72. Ayet)
“Ey iman edenler! Allah'a ve peygamberine hainlik etmeyiniz ki bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız.” (Enfal Suresi, 27. Ayet)
Müminlerin emanete riayeti: “O müminler ki, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.” (Müminun Suresi, 8. Ayet) ve (Meâric, 32)
Yaratılanı sevmenin temelinde Allah'ı sevmek yatar: “De ki; siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah yarlığayıcıdır, bağışlayıcıdır.” (Âl-i İmrân sûresi, 31)
Yaşamın Pusulası: İman, Sadakat, Adalet
Teslimiyet ve emanet bilinciyle yaşayan bir insan için hayat, bu yeni anlayışın belirlediği değerler etrafında şekillenir. Bu değerlerin başında iman gelir ki bu, sonsuz kudrete olan derin bir inancı ifade eder. Bu iman, hayatın her alanında bir bağlılık ve tutarlılık gösteren sadakat ile pekişir. Sadakatin doğal bir uzantısı olarak ortaya çıkan adalet ise, tüm insanlara ve canlılara hak ettikleri değeri ve saygıyı göstermeyi gerektirir. Bu üç değer, teslimiyetin ete kemiğe bürünmüş halidir ve insanı ahmaklıktan kurtaran bir pusula görevi görür. İnsan, "esfele safilin" (aşağıların aşağısı) olma potansiyeline sahip, yalancı, zalim, cahil, nankör ve adi bir varlık olabilirken; ancak teslimiyet ve kendisine emanet edileni emanet bilinciyle yaşarsa, "ahsen-i takvim"e (yaratılmışların en güzeli) ulaşabilir. Bu şekilde bir düşünme, bizi sonsuz, ezeli, ebedi, zamansız, mekansız, her şeyden münezzeh olana, yani Kadir-i Mutlak olana götürür. Bu bakış açısıyla, kelimelerin ve kavramların ötesine geçerek varoluşu deneyimlemek mümkün olur. Aksi takdirde, her şeyi çözeceğini, evreni yöneteceğini iddia eden bir bakış açısıyla hareket edenler, sonsuza dek ahmaklık içinde kalmaya mahkumdur.
Bu değerler Kur'an'da şöyle yer bulur:
İman:
“Kullarım sana, benden soracak olurlarsa, şüphesiz ki ben onlara yakınım. Dua edenin duasına icabet ederim. (Öyleyse) onlar da benim davetime icabet etsinler ve bana iman etsinler ki (akıl, doğruluk ve olgunluk sahibi olan) rüşt ehlinden olsunlar.” (Bakara, 186)
“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Resûl'e itaat edin. Sizden olan (Müslim/şirki terk ederek tevhidle Allah'a yönelen) yöneticilere de (itaat edin). Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, şayet Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanıyorsanız (o meseleyi çözmek için) Allah'a ve Resûl'e götürün.” (Nisa, 59)
“Allah'a iman edip O'na tutunanlara gelince, onları kendinden olan bir rahmete, lütuf ve ihsana dâhil edecek ve (sonunda Allah'a ulaşacakları) dosdoğru yola hidayet edecektir.” (Nisâ, 175)
“Ey iman edenler! Sizi can yakıcı azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah'a ve Resûl'üne iman edersiniz, mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Şayet bilirseniz bu sizin için en hayırlı olandır.” (Saff, 10-11)
“Allah'ın izni olmadan hiçbir musibet başa gelmez. Kim Allah'a iman ederse, (Allah) onun kalbini hidayet eder. Allah, her şeyi bilendir.” (Teğabûn, 11)
“İman edenler ancak, Allah'a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.” (Hucurat, 15)
Sadakat:
“Çünkü Allah sadâkat gösterenleri sadâkatları sebebiyle mükâfatlandıracak, münafıklara -dilerse- azap edecek yahut da (tevbe ederlerse) tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Ahzab, 24)
Adalet:
“Şüphesiz, Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitendir, görendir.” (Nisa, 58)
“Ey iman edenler! Kendiniz, anne babanız ve akrabalarınız aleyhine de olsa, Allah için adaleti ayakta tutarak şahitler olun. İster zengin, ister fakir olsun, Allah ikisine de daha yakındır. Haktan saparak hevâ ve hevesinize uymayın. Eğer dilinizi eğip büker veya (gerçeği) söylemezseniz, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 135)
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adil olun. Bu, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide, 8)
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 90)
“Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle savaşırlarsa, aralarını düzeltin. Eğer biri diğerine saldırırsa, saldıran taraf Allah'ın emrine dönünceye kadar onunla savaşın. Eğer dönerse, adaletle aralarını düzeltin ve adil davranın. Şüphesiz Allah, adaletli davrananları sever.” (Hucurat, 9)
“Şüphesiz ki Allah, zerre ağırlığınca dahi zulmetmez.” (Nisa, 40)
Ahsen-i Takvim ve Esfele Safilin:
"Biz insanı en güzel şekilde yarattık.” (Tin, 95/4)
“Biz insanı ahsen-i takvimde yarattık. Sonra onu esfel-i safiline reddettik (gönderdik).” (Tin, 95/4-5)
Sonuç
Bu makale boyunca, insan aklının ve bilimsel bilginin sınırlarını aşan varoluşsal bir arayışın izini sürdük. Başlangıçta "Mutlak Hiçlik" olarak adlandırdığımız, ancak sohbetimizle birlikte tanımlanamaz, sonsuz ve yaratıcı bir ana kaynak olarak derinleşen bu kavram, bizi nihai bir teslimiyet bilincine ulaştırdı. Doğal afetler gibi somut deneyimler, korkunun ve kontrol arayışının anlamsızlığını pekiştirirken, varoluşun kaçınılmaz gerçekleri karşısında teslimiyetin yegane huzur limanı olduğunu gösterdi. Bu teslimiyet, pasif bir kabullenişten ziyade, "tedbir bizden, takdir Allah'tan" ilkesiyle aktif bir çabayı ve sorumluluğu da içerir.
İnsanın kendi varoluşuna dair bir iradeye sahip olmaması, ne bedeninin ne de ruhunun mutlak sahibi olmaması gerçeği, her şeyin tesadüfi olmadığı, aksine sonsuz bir gücün işleyişi olduğu anlayışını pekiştirdi. Bu anlayış, her şeyi kendi aklıyla çözmeye ve kontrol etmeye çalışan "ahmaklık" yolundan ayrılıp, varoluşun büyük akışına teslim olmanın erdemini ortaya koydu.
Bu teslimiyet bilinci, insanı "esfele safilin" (aşağıların aşağısı) olma potansiyelinden kurtararak, "ahsen-i takvim" (yaratılmışların en güzeli) mertebesine yükselten bir anahtar görevi görür. Bu yükseliş, sadece soyut bir ideal değil, hayatın her alanında somutlaşan değerlerle mümkündür: yaratandan ötürü yaratılanı sevmek, Allah'a derin bir imanla bağlanmak, hayatın her anında sadakat göstermek ve tüm ilişkilerde adaleti gözetmek.
Tüm bu kavramlar birbiriyle organik bir bağ içindedir ve insanı "ahsen-i takvim" seviyesine ulaştıran bütünsel bir yaşam felsefesi sunar. Teslimiyet, sevgi, iman, sadakat ve adalet; sadece soyut kavramlar değil, varoluşun derinliklerini anlama ve yaşama rehberlik eden somut ilkelerdir. Bu ilkelerle yaşamak, insanın hem kendi iç huzurunu bulmasını hem de evrenle ve diğer tüm varlıklarla uyum içinde bir yaşam sürmesini sağlar.
Yorumlar
Yorum Gönder