Düşünüyorum, Öyleyse Varım"dan Mutlak Sonsuzluğa Giden Yol
"Düşünüyorum, Öyleyse Varım"dan Mutlak Sonsuzluğa Giden Yol
Cevat ORHAN
Fransız filozof René Descartes'ın ünlü sözü, "Düşünüyorum, öyleyse varım" (Cogito, ergo sum), Batı felsefesinin temel önermelerinden biri olarak kabul edilir. Geleneksel olarak bu söz, şüpheden yola çıkarak kendi varlığını kanıtlama ve rasyonel düşünceyi merkeze alma çabası olarak yorumlanır. Ancak, bu makalede bu sözü modern bilimin (özellikle kuantum fiziği), felsefenin ve İslam düşüncesinin (Kur'an ve tasavvuf) ışığında yeniden ele alacağız. Amacımız, tüm bu farklı yaklaşımların aslında ortak bir gerçeğe işaret ettiğini, yani Mutlak sonsuzluk'tan yansıyan bilginin farklı yollarla deneyimlendiğini göstermektir.
Düşünme: Acziyetin İtirafı ve Yaratılmış Varoluşun Kanıtı
"Düşünüyorum, öyleyse varım" sözü, ilk bakışta sadece bir varlık kanıtı gibi görünse de, kelimelerin kökenine inildiğinde bu eylemin aslında bir acziyetin itirafı olduğunu fark ederiz. Türkçe'deki "düşünmek" kelimesinin "düş" ve "düşmek" fiilleriyle olan kökensel bağı, düşünme eyleminin bir tür hayale dalma, yani tam hakimiyetin olmadığı bir durum olduğunu ima eder. İngilizce'deki "think" ve "thank" (teşekkür) kelimelerinin aynı kökten gelmesi, düşünme eyleminin aynı zamanda bir varlığa veya lütfa minnet duyma eylemi olduğunu gösterir. Arapça'daki "akıl" kelimesinin kökeninde ise "bağlamak" anlamı yatar; bu da aklın bizi, bir kaynağa veya gerçeğe bağlayan bir araç olduğunu ima eder. Bu dilsel kökenler, düşünme eyleminin sadece rasyonel bir süreç olmadığını, aynı zamanda Mutlak sonsuzluk'a karşı olan bağımlılığımızın ve bir yaratılmış varlık olduğumuzun farkındalığı olduğunu ortaya koyar.
Bilgi ve İlham: Kuantumdan Gelen Lütuf
Düşünme eyleminin sadece mantıksal bir süreç olmadığını, sezgisel ve a-rasyonel (akılla açıklanamayan) yönleri de içerdiğini belirlemiştik. Bu ikinci yön, ilham kavramında kendini gösterir ve modern bilimin en gizemli alanlarından biri olan kuantum fiziğiyle ilginç paralellikler taşır. Geleneksel düşünce, bilginin doğrusal bir süreçle elde edildiğini savunur. Oysa ilham, bir fikrin veya çözümün aniden, bütüncül bir şekilde zihinde belirmesidir. Bu, kuantum fiziğindeki parçacıkların anlık olarak varoluşa gelip yok olması veya kuantum sıçraması fenomeniyle benzetilebilir.
Bu yaklaşıma göre, insan zihni, evrenin temelindeki enerji, frekans ve titreşimlerle rezonansa girerek bu anlık bilgi sıçramalarını deneyimleyebilir. Bilgi, sanki bir program olarak zaten mevcuttur ve biz ona "ayarlanarak" erişiriz. Bu durumu en iyi anlatan örneklerden biri, Arşimet'in banyo küvetinde suyun kaldırma kuvvetini keşfettiği "Evreka!" anıdır. Suyun kaldırma kuvveti Arşimet'ten önce de vardı; ancak onun farkındalığı, bu bilginin zihninde ani bir ilhamla belirginleşmesidir.
Diyalektik ve Tekamül: Karşıtlıkların Birliği
Evrenin temel işleyişi, zıtlıkların sürekli etkileşimi üzerine kuruludur. Bu, sadece felsefi bir düşünce değil, aynı zamanda bilimde de gözlemlediğimiz bir gerçektir. Pozitivist bilim, parçacık ve dalga, madde ve antimadde gibi karşıtlıkları incelerken, felsefe iyi ve kötü, varlık ve yokluk gibi ikilemler üzerinde durur. Tüm bu diyalektik süreçler, Mutlak sonsuzluk'tan yansıyan bilgiyi deneyimleme yöntemleridir.
Zıtlıkların varlığı, onların ötesinde bulunan bir birliğin de kanıtıdır. Bilim, bu zıtlıkların ardındaki evrensel yasalara ulaşmaya çalışırken, felsefe bu karşıtlıkların ötesindeki Ahad olan nihai Varlığı aramaktadır. İnsan da bu diyalektiğin en belirgin örneğidir. Kur'an'da insanın hem "esfel-i safilin" (aşağıların en aşağısı) hem de "ahsen-i takvim" (yaratılmışların en güzeli) olarak tarif edilmesi, bu diyalektik gerilimi açıkça ortaya koyar ve manevi tekamül (olgunlaşma) sürecinin motoru olduğunu gösterir.
Kur'an ve Tasavvuf Işığında Nihai Amaç
Tüm bilimsel, felsefi ve manevi arayışların birleştiği nihai nokta, varoluşun amacını anlamaktır. Bu amacın en güçlü ifadesi, "Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim ve mahlûkatı yarattım" kutsî hadis-i şerifinde bulunur. Bu hadis, evrenin ve içindeki her şeyin, Mutlak sonsuzluk'un kendini açığa vurma arzusunun bir sonucu olduğunu söyler. Bu bağlamda, her bilimsel keşif, her felsefi düşünce ve her manevi deneyim, o gizli hazineden yansıyan bir bilgi kırıntısıdır.
Bilgi ve Öğrenme: Evren Kitabını Okuma Sanatı
İnsan, bu bilginin peşinde koşan bir varlıktır. Kur'an'ın ilk ayeti olan "Oku" emri, bu arayışın başlangıç noktasıdır. Bu emir, sadece yazılı metinleri değil, evrenin kendisini, yani "Kitab-ı Kebir"i okumayı buyurur. Bu okuma, aynı zamanda insanın kendi iç dünyasını (nefsini) okuması anlamına gelir. Bu öğrenme süreci, incir çekirdeğinde gizli olan potansiyel bilgiye benzer. Görünüşte küçücük ve önemsiz olan incir çekirdeği, içinde devasa bir ağacın, meyvesinin ve tüm genetik bilgisinin programını saklar. Tıpkı bunun gibi, öğrenme ve keşif de, zaten Mutlak sonsuzluk'un tüm yarattıklarına verdiği programdan yansıyan bilgiyi fark etme ve açığa çıkarma eylemidir.
Sonuç: Dinamik Bir Gerçeklik ve Farkındalık
"Düşünüyorum, öyleyse varım" sözü, bu yeni bakış açısıyla, pasif bir varlık kanıtı olmaktan çıkar. İnsanın varoluşunun temelinde yatan düşünme eylemi, aslında Mutlak sonsuzluk'tan yansıyan bilgiyi deneyimleme ve bu deneyimle kendi potansiyelini gerçekleştirme sürecidir.
Bu süreç, bilimsel ve manevi arayışları birbirinden ayırmaz, aksine onları birbirini tamamlayan yollar olarak görür. Pozitivist bilim, diyalektik karşıtlıkları inceleyerek fiziksel evrenin birliğini ararken, maneviyat aynı birliğe içsel bir yolculukla ulaşmaya çalışır. Her iki yol da, nihayetinde, varoluşun amacına hizmet eder: Gizli olanın açığa çıkmasına ve nurun tamamlanmasına katkıda bulunmak. Bu, statik bir durum değil, sürekli devam eden, dinamik bir tekamül sürecidir. Cevat ORHAN
Yorumlar
Yorum Gönder