Fıkradan Fiziğe, Felsefeden Tasavvufa: İnsanın En Yüce Formu
Fıkradan Fiziğe, Felsefeden Tasavvufa: İnsanın En Yüce Formu
Cevat ORHAN
Giriş
İnsanlık tarihi boyunca, varoluşun en temel soruları, farklı disiplinler ve düşünce sistemleri aracılığıyla ele alınmıştır. Kimi zaman bu sorulara cevaplar, derin felsefi metinlerde, kimi zaman ise en basit halk hikâyelerinde aranmıştır. Bu makale, Nasreddin Hoca'nın üç basit fıkrasından yola çıkarak, modern bilimin ve tasavvufun en karmaşık kavramlarını bir araya getiren sıra dışı bir yolculuğun izini sürüyor. Bu fıkralar, bir sistemin işleyişi, süreç ve birikim gibi temel prensiplerin, insan varoluşunun en yüce sırlarını nasıl açığa çıkardığını gözler önüne seriyor. Amacımız, en basit hikâyelerden en derin manevi anlamlara uzanan bu yolculukla, insanın kendi iç dünyasındaki evrensel protokolü keşfetmesine yardımcı olmaktır.
Hikâye 1: Fincancı Katırları
Hoca bir gece mezarlıktan geçerken aniden ayağı kayar ve eski bir mezarın içine düşer. O anda aklına geceyi orada bir ölü gibi geçirerek yazıcı melekleri görme fikri gelir. Bir süre sonra mezarlığa yaklaşan fincancı kervanının seslerini duyunca, kıyamet vakti geldi sanır. Dışarıda ne olduğunu görmek için mezardan dışarı çıkınca, yarı çıplak Hoca'yı gören katırlar ürker. Her biri bir tarafa kaçışan katırlar, bütün yükleri yerlere yuvarlar ve fincanları kırar. Hoca'yı yakalayan fincancılar sinirlenir: "Gecenin bir vakti ne yapıyorsun burada?" Hoca korkudan kekeleyerek: "Ben öbür dünyadan geldim. Bir bakayım burada işler nasıl gidiyor," deyince adamlar Hoca'yı bir güzel pataklarlar. Bin perişan eve dönen Hoca'ya karısı sorar: "Öbür dünya nasıl?" Hoca biraz üzgün, biraz vakurlu cevaplar: "Hiç bir şey. Ta ki fincancı katırlarını ürkütene kadar."
Hikâye 2: Kırk Yıllık Sirke
Nasreddin Hoca'nın evinde sirke olduğunu bilen komşusu gelmiş: "Hocam, evinde kırk yıllık sirke varmış, biraz verir misin?" Hoca hazır cevap: "Evet, var ama sana veremem." Komşu kızınca Hoca izah etmiş: "Eğer ben her isteyene verseydim, o sirke kırk yıllık olur muydu?"
Hikâye 3: Yolcunun Hızı
Nasreddin Hoca yol kenarında beklerken bir yolcu yanına gelmiş: "Hoca, şu köye ne kadar zamanda giderim?" Hoca cevap vermemiş. Yolcu yürümeye başlayınca Hoca seslenmiş: "Üç saatte gidersin!" Yolcu şaşkınlıkla geri dönmüş: "Neden başta söylemedin?" Hoca açıklamış: "Senin nasıl yürüdüğünü görmeden nasıl söyleyebilirdim?"
Birinci Bölüm: Bir Sistemin Doğuşu ve Evrensel Dili
Bu hikâyelerden yola çıkarak, insanın varoluşun içinde kendi başına buyruk bir varlık olmadığını, belirli protokoller ve kurallar zinciriyle işleyen karmaşık bir sistemin parçası olduğunu görüyoruz. Fincancı katırlarının hikâyesi, fiiliyatın—yani eylemin— tüm niyetlerden daha güçlü bir çıktı olduğunu gösterir. Hoca'nın yanlış veriye dayanan hatalı eylemi, dış dünyada kaosa neden olur.
Ancak bu sistemin bir diğer temel kuralı daha vardır: süreç ve birikim. Hoca'nın kırk yıllık sirkesi ve yolda yürüyen yolcuya verdiği cevaplar, her değerli sonucun zaman, emek ve sabır gerektirdiğini gösterir. Acelecilik, sistemin doğal akışını bozar ve arzu edilen "olgun" sonuca ulaşmayı engeller. Bu döngüsel mantık, hem fiziksel hem de manevi yaşamın temelini oluşturur.
İkinci Bölüm: İnsan Vücudu: Evrensel Protokolün Taşıyıcısı
İnsan vücudu, bu evrensel sistemin yeryüzündeki en mükemmel yansımasıdır. Makalede belirlenen üçlü gruplar, bu sistemin katmanlarını oluşturur:
* Evrensel Temel: Her şeyin kaynağı olan Enerji, Frekans ve Titreşim. Tıpkı bir bilgisayarın işlemci kodları gibi, evrenin temel kurallarını belirleyen soyut prensiplerdir.
* Fiziksel Mekanizma: Bu evrensel prensipleri taşıyan fiziksel araçlar: Mide, Kalp ve Beyin. Mide, enerji kaynağını (helal gıda) alır. Kalp, bu enerjiyi niyetin frekansına dönüştürür. Beyin ise, kalbin gönderdiği komutları fiziksel eylemlere dönüştüren ve yayan bir titreşim motorudur.
* Zihinsel Operatörler: Fiziksel mekanizmayı yöneten manevi güçler: Akıl, Zihin (İdrak) ve İrade (Zeka). İdrak, dış dünyayı algılar; akıl, bu veriyi işler; irade ise tüm bu süreçlerin sonunda nihai kararı veren güçtür.
Bu üçlünün toplamı, tasavvufi birçok gelenekte tamamlanmayı simgeleyen dokuz sayısına karşılık gelir ve bir insanın tam potansiyelini ifade eder.
Üçüncü Bölüm: Yükseliş ve Düşüş: İradenin İki Yolu
İnsan, cüzi iradesiyle bu sistemle uyum içinde olmayı veya ona direnmeyi seçebilir. Bu seçim, varoluşunun yönünü belirler:
* Esfel-i Sâfilîn: Eğer insan, iradesini hırs, kaygı ve vesvese gibi dünyevi arzulara teslim ederse, sistemin doğal akışını bozar. Bu durum, amaçsızlık ve kaosa yol açarak bireyi manevi bir yok oluşa sürükler. Bu, insanın kendi döngüselliğini bozduğu, en düşük seviyedir.
* Ahsen-i Takvim ve Kamilleşme: İnsan, en mükemmel formda yaratıldığına olan inançla, kendi iradesini Mutlak Sonsuz'un iradesine teslim etme yolunu seçer. Bu yol zorlu ve dikenlidir, ancak insanı olgunlaştırır ve kamilleşme aşamasına ulaştırır.
Dördüncü Bölüm: Nihai Sonuç: Fenafillah'tan Bekabillah'a
Kamilleşme yolculuğunun sonunda insan, en yüce manevi aşamalara ulaşır:
* Fenafillah: İnsan, tüm dünyevi kaygıları ve benliğini bir kenara bırakarak Mutlak Sonsuz'da yok olur. Bu, kendi varlığının sınırlarını aşmasıdır.
* Bekabillah: Bu yok oluş, bir hiçliğe dönüşüm değil, daha yüksek bir bilinç seviyesinde yeniden var oluştur. Bu yeni yaratılış, sadece ilahi bir lütuf değil, aynı zamanda insanın kendi iradesiyle bu yola yaptığı katkıların bir sonucudur.
Bu hâl, insanı halife yapar ve onu meleklerin bile önünde saygıyla eğildiği bir konuma yükseltir. Ahsen-i Takvim mertebesine ulaşmış bir insan, kendi varlığıyla adalet ve uyum yayarak, evrenin döngüsel akışını onarır ve Mutlak Varlık'ın yeryüzündeki bir izdüşümü haline gelir.
Sonuç
Hoca'nın hikâyelerinden başlayan bu derinlikli yolculuk, sadece bir felsefi arayış olmaktan çok daha fazlasını sunuyor. Fiziksel varlığımızın, ruhsal gelişimimizle nasıl iç içe geçtiğini ve her birimizin bu büyük evrensel sistemin bir parçası olduğunu gösteriyor. İnsanı diğer varlıklardan ayıran yegâne özellik, kendi cüzi iradesiyle bu sisteme teslim olup sonsuzluğa yol alma veya hırs ve kaygılarla yok oluşa sürüklenme gücüdür. Makalemizde ortaya koyduğumuz gibi, fiiliyatın, niyetin ve içsel düzenin, hem kişisel hem de evrensel düzeyde adalet ve uyumu inşa eden temel bir protokolün parçaları olduğu görülüyor. İnsan, kendi içindeki bu sistemi uyumladığında, varoluşun en yüce amacını gerçekleştirebileceği anlaşılıyor.
Cevat ORHAN
Yorumlar
Yorum Gönder