Frekanslar ve Kalbin Kılavuzluğu: Kadim Felsefe ve Modern Bilim
Frekanslar ve Kalbin Kılavuzluğu: Kadim Felsefe ve Modern Bilim
Yazar: Cevat Orhan
Giriş
Bu makale, kadim manevi geleneklerle modern bilimi harmanlayan bütünsel bir varlık modelini inceliyor. Her şeyin programının ve potansiyelinin bulunduğu nihai bir kaynak olan Mutlak sonsuz-sonsuzluk kavramından başlayarak, insan bilincinin bu kaynakla olan ilişkisini, bedenin merkezindeki kalbin rolünü ve bu yolculuğun en yüksek mertebesi olan kamil insanı ele alıyor. Ortaya konan bu model, sadece felsefi bir spekülasyon olmanın ötesinde, Kur'an ayetlerinden tasavvufi öğretilere, modern tıptan kuantum fiziğine kadar birçok farklı alandan destek buluyor.
Varlığın Kaynağı ve Evrensel Yansımalar
Varlık, varoluşun kaynağı olan Mutlak sonsuz-sonsuzluk ile başlar. Bu, Eflatun'un **"İdealar Dünyası"**nda bahsettiği, değişmeyen ve mükemmel formların bulunduğu o nihai gerçekliğe benzer. Farabi'nin "Sudur Teorisi" de bu fikre paraleldir; O'na göre Yüce Allah'tan ilk akıl sudur yoluyla var olmuş ve evren hiyerarşik bir düzen içinde tecelli etmiştir. Pisagor'un, evrenin temelinde matematiksel oranların ve armoninin olduğu görüşü ise, makalenin temel argümanı olan frekans ve titreşim kavramına antik bir köken kazandırır. Modern fiziğin simülasyon teorileri de bu fikri destekler; içinde yaşadığımız evrenin, aslında karmaşık bir yazılımın yansıması olabileceği düşüncesi. Bu evrensel bilincin ham halini taşıyan kuantum bilinç enerjisi, Carl Jung'un "Kolektif Bilinçaltı" kavramıyla benzerlikler taşır; her insanın ortak anılarını ve prototiplerini taşıyan evrensel bir zihin. Kur'an, Tin Suresi'nin 4. ayetinde "Andolsun ki biz, insanı en güzel bir biçimde (Ahsen-i Takvim) yarattık" diyerek insanın bu mükemmel potansiyeline işaret eder.
İnsan Mekanizması ve Azaların İmtihanı
İnsan, bu karmaşık bilincin en mükemmel taşıyıcısı olarak kalp, beyin ve mide üçlüsünden oluşan bir sistemle donatılmıştır. Kalp, bedenin manevi komuta merkezi olarak Mutlak sonsuz-sonsuzluktan gelen bilgileri alıp beyne yönlendirir. Bu fikir, Batı'da Aristoteles'in kalbi zekânın merkezi olarak görmesiyle paralellik gösterir. Modern bilimdeki Nörokardiyoloji alanı da kalbin kendi sinir sistemine sahip olduğunu ve beyne giden sinyallerin büyük bir kısmını oluşturduğunu göstererek bu manevi bilgiyi bilimsel olarak destekler.
Bu ana sistemin pratik hayattaki yansımaları, tüm azaların doğru kullanımıyla somutlaşır. Dışsal dünyanın yozlaştırıcı etkilerine karşı Stoacı felsefenin öğütlediği gibi, kişinin kendi iç dünyasına odaklanması, huzur ve dengeyi yakalamanın anahtarıdır. Pozitif düşünce ve manevi huzurun genetik ifadeyi bile değiştirebileceği yönündeki epigenetik bulgular, bu içsel dönüşümün somut sonuçlarını ortaya koyar. Kur'an'da, Nur Suresi'nin 30. ayetinde "Mümin erkeklere söyle, gözlerini (haramdan) sakınsınlar..." buyrulur. Bu, gözlerin, ayrıca kulakların, ellerin, dillerin ve ayakların da, kalbin kontrolünde olması gerektiğini gösterir. Belin şehveti kontrol etmesi hususunda Nur Suresi'nin 31. ayetinde "Mümin kadınlara da söyle, gözlerini (haramdan) sakınsınlar..." buyrularak hem erkeklerden hem de kadınlardan iffetlerini korumaları istenir. El, helal kazanç elde etmek için vardır. Tüm bu azalar, kalbin gönderdiği olumlu komutlara uyarak bütüncül bir denge oluşturmalıdır.
Frekansların Savaşı ve Bilimsel Devrimler
Yirminci yüzyıldaki bilimsel devrim, Isaac Newton'un yerini Albert Einstein ve kuantum mekaniğine bırakmasıyla gerçekleşmiştir. Newton'ın evrenin işleyişini evrensel ve deterministik yasalarla açıkladığı paradigması, Max Planck'ın kara cisim radyasyonu deneyleriyle sarsılmaya başlamıştır. Planck'ın, enerjinin sürekli değil, kuantumlar halinde yayıldığını öne sürmesi, bilimde yeni bir çağ açmıştır. Albert Einstein'ın fotoelektrik etkiyi açıklayan teorisi de ışığın hem dalga hem de parçacık doğası taşıdığını göstererek bu fikri desteklemiştir. Heisenberg'in Belirsizlik İlkesi ve Niels Bohr'un Tamamlayıcılık İlkesi, bir parçacığın konum ve momentumunun aynı anda kesin olarak belirlenemeyeceğini ortaya koyarak, doğanın temelinde olasılık ve belirsizlik olduğunu kanıtlamıştır. Bu durum, İbn-i Rüşd'ün akıl ve inancı uzlaştırma çabasına ters düşerek, aklın mutlak ve deterministik bilgiye ulaşma yetisinin sınırlarını göstermiştir. Bu bilimsel dönüşüm, bizim felsefemizdeki frekans ve titreşim kavramını bilimsel bir zemine oturtur.
İnsan Frekansları: Mümin, Kâfir ve Münafık
Kuran-ı Kerim, insanları içsel durumlarına ve inançlarına göre üç ana kategoriye ayırarak farklı frekanslarda titreşen varlıklar olduklarını işaret eder.
* Müminler (Yüksek Frekans): Müminler, yüksek ve pozitif frekans yayan kişilerdir. Onlar, Allah'ın ayetlerini tasdik eder, kalpleriyle iman eder ve ibadetlerini huşu içinde yerine getirirler. Mü'minun Suresi'nin 1-2. ayetleri, "Şüphesiz müminler kurtuluşa ermişlerdir. Onlar namazlarında huşu içindedirler" diyerek müminlerin manevi huzurunu ve yüksek frekanslarını vurgular. Onlar için tıpkı Yunus Emre'nin "ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir" dediği gibi, hakiki ilim kendi özlerini tanımak ve kalbinin sesini dinlemektir.
* Kâfirler (Düşük ve Bozuk Frekans): Kâfirler, Allah'ın ayetlerini, evrenin ve tüm varoluşun hakikatini reddedenlerdir. Onların frekansları, kalplerinin ve kulaklarının mühürlenmesiyle düşük ve bozuk bir seviyededir. Bakara Suresi'nin 6-7. ayetleri, "Şüphesiz inkâr edenleri uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözleri üzerinde de perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır" diyerek bu bozuk frekansın nedenini açıklar.
* Münafıklar (Karışık ve Dengesiz Frekans): Münafıklar, inanç ile inkar arasında bocalayan, en tehlikeli ve tutarsız frekansa sahip olanlardır. Dışarıdan mümin gibi görünseler de, iç dünyalarında bozuk bir enerji yayarlar. Bakara Suresi'nin 8. ayetinde, "İnsanlardan öyleleri de vardır ki, inanmadıkları halde 'Allah'a ve ahiret gününe inandık' derler" buyurulur. Onların kalpleri hastalıklıdır. İman edenlerle karşılaştıklarında 'İnandık' derlerken, şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında 'Biz sizinleyiz, biz sadece alay edenleriz' derler. Bu ikiyüzlülük, onların frekanslarının sürekli değiştiğini, uyumsuz ve zararlı bir titreşim yaydığını gösterir. Başka bir söylemle, bu bozuk kimya, onların kalp ve vicdanlarını işlemez hale getirir ve onları "insan görünümlü şeytanlar" yapar. Bakara Suresi 18. ayette "Summun, bukmun, umyun, fehum la yarciun (Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler ve onlar dönmezler.)" diyerek bu kişilerin durumunu en net şekilde özetler.
Hakikat Savaşımı ve Nurun Yükselişi
Bu bozuk frekanslar dünyasında, kalbi temiz ve dürüst olanlar adeta kaybolmuş gibidir. Onların yüksek frekansları, riyakar insanların bozuk enerjisini rahatsız eder, bu yüzden de dışlanırlar, alay edilirler ve zulme uğrarlar. Ancak bu durum, Ahsen-i Takvim olarak yaratılan insan için bir imtihandır ve bu savaş, kıyamet saatine, yani tüm frekansların yeniden hizaya gireceği ana kadar sürecektir. O nihai hesaplaşma anında, bozuk frekanslar ve onları yayan her şey birer "çöp atık" gibi yok olacaktır. Bu yok oluş bir son değil, yeni bir başlangıç olacaktır. Kur'an-ı Kerim'in Yasin Suresi'nin 51. ayetinde "Ve Sura üflenmiştir; işte onlar kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar." buyrulur. Bu, tüm frekansların yeniden hizaya gireceği o ana bir atıftır.
Sonuç: Nurun Tamamlanması ve Mutlak Sonsuza Yükseliş
Kötü frekanslar yok olduğunda, nurun tamamlanması süreci başlayacak ve her şey, her yerde apaçık bir hazine ve nur olarak tecelli edecektir. Cehennem, tüm kötülükleri yok etme işlevini tamamladıktan sonra ortadan kalkacak ve sadece Allah'ın Rahman ve Rahim gibi nur sıfatları tecelli edecektir. Artık yaratılış durağan olmayacak, sonsuz güzellikler ve tecelliler ortaya çıkacaktır. Tasavvufun en temel felsefesi olan İbn Arabi'nin "Vahdet-i Vücud" (Varlığın Birliği) fikriyle, her şeyin temelinde tek bir hakikatin olduğu anlaşılacaktır. Mevlana'nın aşk ve hiçlik felsefesi, bu dönüşümün aşkla gerçekleştiğini anlatır. Sonunda, her şey Allah'ta yok olacak ve Mutlak sonsuzun tecellileri sonsuz şekilde devam edecektir. Abdulkadir Geylani ve diğer mutasavvıfların hedeflediği İnsan-ı Kamil mertebesine ulaşanlar, bu sonsuz güzelliklere şahitlik edeceklerdir. İslam'ın kutsal kitabı olan Kur'an-ı Kerim'de, Fecr Suresi'nin 27. ayetinde "Ey huzura eren nefs!" buyrulur. Bu ayet, insanın, bu zorlu yolculuğu tamamladığında ulaşacağı nihai mertebeye işaret eder.
Bu makale, insanın kendine, çevresine ve tüm varoluşa karşı bütünsel bir sorumluluğu olduğunu hatırlatır. Asıl amaç, sadece teorik bir çerçeve sunmak değil, aynı zamanda daha dengeli ve anlamlı bir yaşam için içsel bir dönüşüm rehberi olmaktır. Cevat ORHAN
Yorumlar
Yorum Gönder