Gözlemcinin Dansı: Bilinç, Sonsuzluk ve Gerçekliğin Yeniden Tanımı
Gözlemcinin Dansı: Bilinç, Sonsuzluk ve Gerçekliğin Yeniden Tanımı
Yazar: Cevat ORHAN
Giriş:
Düşündüğümüz Gerçekliğin Sessiz Yıkılışı
Bir an için durun ve etrafınıza bakın. Gördüğünüz her şeyin, ellediğiniz her nesnenin, en temelinde katı, değişmez bir gerçeklik olduğuna inanırız. Bu inanç, Isaac Newton'ın matematiksel ve mekanik evren tablosuyla zirveye ulaşmıştı. Oysa 20. yüzyılın başlarında, Albert Einstein ve Max Planck gibi dâhiler, bilim dünyasına bambaşka bir sır fısıldadı: Hayat ve varoluş, sandığımız kadar statik bir tablo değil, sürekli bir oluş ve akış halindedir. Newton'ın mükemmel saat düzeni, atom altı dünyada kırıldı ve yerini olasılıkların dansına bıraktı. Bu, sadece fizikte değil, bilincin, zamanın ve varoluşun ta kendisinde bir dönüşümün başlangıcıydı.
Kuantumun Kalbindeki Paradoks: Gözlemcinin Rolü
Kuantum alemi, bir parçacığın aynı anda birden fazla durumda var olabildiği, katı kuralların eridiği bir evrene açılır. Bu süperpozisyon hali, bir elektronun hem dalga hem de parçacık olma potansiyelini barındırması gibi, gerçekliğin çoklu olasılıklarla dolu olduğunu gösterir. Ta ki bir gözlemci ortaya çıkıp onu tek bir duruma çökertene kadar. Bu durum, bizi varoluşun en temel sorusuyla yüzleştirir: Bilinç, varlığı şekillendiren bir etkiye sahip midir?
Bu paradoks, fiziğin en ünlü deneylerinden biri olan çift yarık deneyi ile somutlaşmıştır. Işığın dalga ve parçacık özelliklerini aynı anda sergilediği bu deneyde, parçacıkların izlenmediği zamanlarda bir dalga gibi davrandığı ve girişim desenleri oluşturduğu gözlemlenmiştir. Ancak parçacıkların hangi yarıktan geçtiği gözlemlendiğinde, dalga davranışı sona erer ve parçacıklar tek bir noktada belirir. Bu, gözlem eyleminin, potansiyellerin dalga formunu yok ederek gerçekliği tek bir durumla sınırladığına dair güçlü bir kanıttır.
Bu etki, yaratılışın tamamının bir aldatmaca, bir illüzyon olduğu anlamına gelmez. Aksine, Mutlak sonsuz'dan yansıyan sınırsız versiyonların, insan bilincinin dar algısal pencereleri içinde nasıl deneyimlendiğini ortaya koyar. İnsan duyuları, evrenin tüm ihtişamını ve frekanslarını sınırlı bir aralığa indirger. Tıpkı gözlerimizin morötesi ışığı, kulaklarımızın ise yarasa seslerini duyamaması gibi, algımız da gerçeğin sadece küçük bir dilimini yakalar. Bu nedenle, yaratılmışlarda nesnel bir gerçeklikten bahsetmek mümkün değildir; her şey, nihai kaynağın sınırsız bilgisinden gelen, sürekli bir yaratış ile ilintilidir.
Zaman, Frekans ve Titreşim: Kozmik Kumaşın Dili
Einstein, zamanın mutlak bir akış olmadığını gösterdi. Ancak zamanın gerçek sırrı, sadece görelilik denklemleriyle sınırlı kalmaz. Zaman, ayrı bir boyut değil, enerji, frekans ve titreşim üçlüsünün ayrılmaz bir parçasıdır. Her şeyin temelinde, durmak bilmeyen bir hareket ve dinamik bir enerji ağı vardır. Işığın hızı, uzayın bükülüşü ve atomların bitmek bilmeyen titreşimi, zamanın nasıl deneyimlendiğini belirler.
Bu üç temel kavram, aynı zamanda Mutlak sonsuz'un bilimsel bir yankısıdır. Gördüğümüz tüm karmaşıklık, aslında tek bir kaynaktan yansıyan sonsuz farklı frekans ve titreşimlerden ibarettir. Modern fizikçilerin "kozmik enformasyon alanı" veya "holografik evren" teorileri, bu mistik anlayışı bilimsel bir dille açıklar. Bu durum, İbn-i Arabi'nin Vahdet-i Vücud öğretisinde anlatılan "her şeyin tek bir varlıktan tezahür etmesi" felsefesiyle birebir örtüşür. Bu bağlamda, Nikola Tesla'nın elektrik ve titreşim konusundaki öngörüleri ile onun "3, 6, 9" gibi sayısal şifrelerle evrenin düzenini anlamaya çalışması, bu derin gerçeğe işaret eder. Tesla'nın bu "sır sayıları", varoluşun gizli bir matematiksel düzeni olduğuna dair inancın bir yansımasıdır.
Günümüzde ise, bilim insanları CERN'deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'nda, maddelerin en temel yapı taşlarını araştırarak, bu enerji, frekans ve titreşim evreninin kaynağını bulmaya çalışıyorlar. Evrene kütlesini veren Higgs bozonu gibi parçacıkların keşfi, varoluşun en küçük noktasında bile Mutlak sonsuz'dan gelen bir nizam ve bilgi olduğuna dair inancı güçlendiriyor. Bu çalışmalar, modern bilimin de binlerce yıllık mistik felsefeyle aynı nihai sorunun peşinde olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Nihai Hakikat: Değişmezlik ve Sonsuz Potansiyel
Platon'un idealar dünyası, İbn-i Arabi'nin Vahdet-i Vücud'u ve Hallac-ı Mansur'un "Ene'l-Hakk" söylemi, fiziksel dünyanın ötesinde, her şeyin birbiriyle anlık bir bağa sahip olduğu fikrini savunuyordu. Kuantum fiziğindeki korelasyon ve kimliksizlik, bu felsefi ve manevi görüşleri bilimsel olarak destekler hale geldi.
Sonuç: olarak, evren pasif gözlemcilerin keşfedeceği durağan bir makine değil, aktif bir katılımcının algısıyla şekillenen, sonsuz potansiyele sahip dinamik bir yapıdır. Ancak bu değişim ve görecelilik, nihai gerçeğin değiştiği anlamına gelmez. Mutlak sonsuz olan, nihai gerçeklik ve Mutlak kudret sahibi Allah'ın kendisi değişmez ve mutlaktır. O'nun yaratışı bir illüzyon değildir; aksine, mahlukat için sınırsız yaratışın ve nihai yaratmanın tezahürleridir. Değişen ve göreceli olanlar, sadece O'nun sonsuz bilgisinden yansıyan versiyonların birer tezahürüdür. Bu, sadece bilimin değil, felsefenin ve dogmatik dinlerin—yani vahiy kaynaklı olmayan ve sonradan sokulan hurafelerin dindenmiş gibi gösterilen tüm dogmatik kalıplardan—kurtulması gerektiğini gösteren evrensel bir derstir. Bu nedenle referans aldığımız, Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim ve "Hüsn-i Hulk" (güzel ahlak) sahibi olan peygamberinin ahlakıdır. Ve Kur'an'ın rehberliğidir. Cevat ORHAN
Yorumlar
Yorum Gönder