Hakikatin Yalnızlığı ve Riya Toplumunda İman DirenciKur'an'ın Işığı
Hakikatin Yalnızlığı ve Riya Toplumunda İman Direnci
Kur'an'ın Işığı
Giriş: Dünyanın Aldatıcı Cazibesi
Dünya, insanoğluna sunulan bir sahne gibidir. Kimi zaman rengarenk ışıklarla süslenmiş bir eğlence yeri, kimi zaman ise bitmeyen bir yarış pisti... İnsanlar bu sahnede, fani olanın peşinden koşar, geçici makamların, bitmeyen servetlerin ve bitimsiz bir gücün peşine düşerler. Bu koşuşturma içinde, aslında "baki" olanı, yani kalıcı olanı unuturlar. Oysa Kur'an-ı Kerim, bu yanılgıya karşı bizleri defalarca uyarır ve dünya hayatının gerçek mahiyetini bizlere şöyle hatırlatır:
> "Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve mallarda, evlatlarda bir çoğalma yarışıdır..." (Hadid Suresi, 20)
>
Bu ayet, dünya hayatının bir "gerçeklikten" çok, bir illüzyon olduğunu söyler gibidir. Tıpkı bir çocuğun oyuncağına gösterdiği heves gibi, insanlar da dünya nimetlerine aşırı bir bağlılıkla sarılır. Onların gözünde ahiret, uzak ve belirsiz bir gelecekken, bu fani dünya en büyük gerçeklik haline gelir. Ancak bu, insanın kendini kandırmasından başka bir şey değildir. Çünkü Kur'an, bu aldatıcı cazibeye kapılanlara karşı daha güçlü bir gerçeği işaret eder:
> "Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır." (A'la Suresi, 16-17)
>
Bu makale, bu temel yanılgıdan yola çıkarak, dünya menfaati uğruna hakikatten uzaklaşanların, zulmedenlerin ve riya gösterenlerin portresini Kur'an ayetleri ışığında çizecektir.
1. Zulmedenlerin Psikolojisi
Dünya hayatının aldatıcı cazibesine kapılanların birçoğu, zamanla kendilerini dokunulmaz ve her zaman haklı görmeye başlarlar. Bu kişiler, ellerindeki makam, servet veya güç ile diğer insanlardan üstün olduklarına inanır, hatta bu güçlerini bir zulüm aracı olarak kullanmaktan çekinmezler. Onların en büyük yanılgısı, dünyadaki geçici imkanları, kendilerinin üstünlüğüne ve geleceğin garantisine bir delil saymalarıdır. Kur'an, bu kibirli ve nefsine yenik düşenlerin ruh halini çok net bir şekilde tasvir eder:
> "Kendilerine verdiğimiz mal ve evlatlarla onlara hayırlar ulaştırdığımızı mı sanıyorlar? Aksine onlar farkına varmıyorlar." (Mü'minun Suresi, 55-56)
>
Bu ayetler, dünyevi nimetlerin aslında birer imtihan olduğunu, bir lütuf veya ayrıcalık göstergesi olmadığını vurgular. Ancak zulmedenler, bu gerçeği görmezden gelerek, başarılarını tamamen kendi zekâlarına, bilgilerine ve çabalarına bağlarlar. Başarıya ulaştıklarında Allah'a şükretmek yerine, bu durumu kendi şahsi üstünlüklerinin bir kanıtı olarak görürler.
> "İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır. Sonra ona tarafımızdan bir nimet verdiğimizde 'Bu bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir' der. Aksine o bir imtihandır, fakat onların çoğu bilmezler." (Zümer Suresi, 49)
>
Bu zihniyet, insanı eninde sonunda bir narsisizme ve kendinden başka kimseyi düşünmemeye iter. Kendini dünyanın merkezine koyan bu kişiler, başkalarının haklarını kolayca çiğner, adaletsiz kararlar alır ve çevrelerindeki herkesi kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmaya çalışırlar.
2. Riya Toplumunda İki Yüzlülük
Zulmedenlerin birçoğu, kurdukları bu adaletsiz düzeni meşrulaştırmak için dini ve manevi değerleri bir kalkan olarak kullanır. Onlar için ibadetler, dualar, hatta kutsal metinler bile, sadece topluma karşı sergilenecek birer gösteriş ve riya aracıdır. Bu kişiler, kalpleri boş ve niyetleri kirli olmasına rağmen, dışarıdan dindar görünmeye çalışır, ibadetlerini adeta bir şov haline getirirler. Kur'an, bu tür iki yüzlü (münafık) davranışları şiddetle kınar ve bu insanların akıbetini şöyle bildirir:
> "Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarından gafildirler. Onlar ki, gösteriş (riya) yaparlar." (Ma'un Suresi, 4-6)
>
Bu ayetler, namaz gibi en önemli ibadetlerin dahi samimiyetten yoksun yapıldığında anlamsızlaşacağını ve hatta bir vebale dönüşeceğini vurgular. Bu insanlar, dinin özünü ve ruhunu kaybetmişlerdir. Onlar için din, sadece dünyevi bir kazanç kapısı, bir popülarite aracı veya toplumda saygınlık kazanma yoludur. Dini bilgiyi ve yetkiyi kendi menfaatleri için kullananları ise Kur'an şöyle lanetler:
> "Elleriyle kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için 'Bu, Allah katındandır.' diyenlerin vay haline!" (Bakara Suresi, 79)
>
Bu durum, sözde dindarlık maskesi takanların, aslında en büyük hilekarlar olduğunu gösterir. Onlar, en kutsal değerleri bile dünyevi çıkarları için alıp satmaktan çekinmezler. Bu tür kişiler, dışarıdan ne kadar samimi görünürlerse görsünler, kalplerinde başka niyetler taşırlar. Bu iki yüzlülük, Kur'an'da net bir şekilde şöyle tasvir edilir:
> "Münafıklar sana geldikleri zaman: 'Senin, Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik ederiz.' derler. Allah da senin, kendi elçisi olduğunu bilir. Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder." (Münafikun Suresi, 1)
>
3. Toplumsal Yozlaşma ve Fitne
Riya ve menfaat üzerine kurulu bu düzen, toplumda büyük bir ahlaki çöküşe yol açar. Samimiyetin ve güvenin yerini yalan, iftira, dedikodu ve fitne alır. Bu tür bir ortamda, insanlar arasındaki bağlar zayıflar ve her ilişki bir menfaat ilişkisine dönüşür. Bu durumun en belirgin örneklerinden biri, insanların birbirinin kusurlarını araştırıp, arkalarından konuşmasıdır. Kur'an, bu kötü ahlakı, tiksindirici bir benzetmeyle şöyle eleştirir:
> "Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın (tecessüs etmeyin). Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tövbeleri çok kabul eden, çok esirgeyendir." (Hucurat Suresi, 12)
>
Bu ayet, dedikodunun ve kusur araştırmanın, bir nevi "ölü eti yemek" gibi iğrenç bir fiil olduğunu ortaya koyar. Benzer şekilde, haksız kazanç ve sahtekârlık da bu yozlaşmanın bir parçasıdır. Toplumdaki adalet duygusunu sarsan bu fiilleri Kur'an şöyle kınar:
> "Eksik ölçüp tartanların vay haline! Onlar ki, insanlardan bir şey alırken tam ölçerler. Kendileri onlara ölçtüklerinde veya tarttıklarında ise eksik yaparlar." (Mutaffifin Suresi, 1-3)
>
Bu bozulmuş toplumsal yapıda, doğruyu söyleyenler ve dürüst insanlar dışlanır. Hatta onların dürüstlüğü "saflık" veya "zayıflık" olarak görülür. Fitne ve bozgunculuk çıkarmayı alışkanlık haline getirenler ise kendilerini "ıslah edici" olarak tanıtmaya çalışır. Kur'an bu yanılgıyı şöyle düzeltir:
> "Onlara, 'Yeryüzünde fesat çıkarmayın' denildiği zaman, 'Biz ancak ıslah edicileriz' derler. İyi bilin ki, onlar asıl bozguncuların ta kendileridir, lâkin farkında değillerdir." (Bakara Suresi, 11-12)
>
Bu insanlar, yalan ve hile üzerine kurulu bir düzen kurar ve bu düzeni devam ettirmek için kendilerine yandaş ve taraftar toplarlar. Çoğunluğun desteğini alarak, yaptıkları yanlışları meşru göstermeye çalışırlar. Ancak bu, hakikatin yok olduğu anlamına gelmez.
4. Hakikatin Yalnızlığı ve Direnç
Yalanın, iftiranın ve fitnenin yayıldığı, yozlaşmanın hakim olduğu bir ortamda, hakikati savunanlar genellikle yalnız kalır. Tarih boyunca, doğru ve adaletli olan sesler, kalabalıkların gürültüsü içinde duyulmamış, hatta baskı altına alınmıştır. İnsanlık tarihi, hakikatin her zaman azınlıkta kaldığı, zulme ve dışlanmaya maruz kaldığı sayısız örnekle doludur. Çoğunluğun kararı ve beğenisi, ne yazık ki her zaman doğruyu göstermez. Kur'an, bu yanılgıya karşı müminleri açıkça uyarır:
> "Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan söylüyorlar." (En'am Suresi, 116)
>
Bu ayet, bir fikrin veya uygulamanın yaygın olmasının, onun doğru olduğu anlamına gelmediğini net bir şekilde ortaya koyar. Hakikat yolunda yürüyenler, kalabalıkların baskısına, dışlanmaya ve hor görülmeye hazırlıklı olmalıdırlar. Bu zorlu mücadelede, yıkılmaz bir inanç, sağlam bir psikoloji ve güçlü bir direnç esastır. Zira bu yolun yolcuları, güçlerini fani dünyadan veya kalabalıklardan değil, Mutlak Hiçlik'ten, yani her şeyin programının ve potansiyelinin bulunduğu o nihai kaynaktan alırlar.
Bu direncin en büyük güvencesi ise, tüm insanlık yok olsa bile hakikatin yok olmayacağı inancıdır. Bu dünyadaki bedenimiz ve varlığımız geçicidir; ancak adalet, hak ve hakikat, sonsuza dek var olacaktır.
5. Adil Yönetim ve Liderlik Sorumluluğu
Zulmün ve haksızlığın yaygınlaştığı bir toplumda, bu durumun en büyük sorumlularından biri, yönetimde olanlar ve liderlik makamını işgal edenlerdir. Çünkü güç, beraberinde büyük bir emaneti ve sorumluluğu getirir. Kur'an, yöneticilere seslenerek bu emanetin ağırlığını ve adaletin önemini şöyle vurgular:
> "Şüphesiz ki Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder." (Nisâ Sûresi, 58)
>
Bu ayet, sadece bir yönetim ilkesi değil, aynı zamanda ahlaki bir mihenk taşıdır. Bir liderin adil olması, sadece kanunları eşit uygulamakla sınırlı değildir. Aynı zamanda doğru insanları doğru makamlara getirmeyi, liyakati esas almayı ve toplumun her kesiminin hakkını gözetmeyi de kapsar. Eğer bir yönetici, bu emanete ihanet eder, gücü kendi menfaatleri veya yandaşlarının çıkarları için kullanırsa, toplumsal yozlaşmanın en büyük kaynağı haline gelir.
Adaletin olmadığı bir yerde, güven de yok olur. Halkın adalete olan inancı sarsıldığında, menfaat ilişkileri ve hilekarlık daha da yaygınlaşır. Böyle bir ortamda, toplumun yapısı kökünden zedelenir.
6. Kuran'ın Sünneti ve Toplumsal Değişim
İnsanın kendi eliyle sebep olduğu bu yozlaşma, toplumu kaçınılmaz bir sona doğru sürükler. Ancak bu son, bir yok oluş veya bir dönüşüm olabilir. Kur'an, bu durumu "Allah'ın sünneti" (yasası) olarak tanımlar. Allah'ın koyduğu bu yasa gereği, bir toplum kendi ahlaki ve toplumsal değerlerini yozlaştırmadıkça, Allah da o toplumun nimetlerini değiştirmez.
> "Bu, bir kavim, kendilerinde bulunanı (güzel ahlak, dürüstlük, adalet gibi değerleri) değiştirmedikçe, Allah’ın, onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğindendir..." (Enfâl Sûresi, 53)
>
Bu ayet, her toplumun kendi kaderini belirlemede önemli bir role sahip olduğunu gösterir. Bir toplumda yalan, hile, riya ve zulüm egemen hale geldiğinde, bu durum, o toplumun refahının, huzurunun ve gücünün sona ereceğinin bir işaretidir. Tarih boyunca birçok medeniyet, dışarıdan gelen bir tehditle değil, içeriden başlayan bir ahlaki çürümeyle yıkılmıştır.
Ancak bu yasa, aynı zamanda bir umut kapısı da sunar. Eğer bir toplum, içine düştüğü yozlaşmanın farkına varır, adalet ve hakikat yolunda yeniden birleşir, ahlaki değerlerini yüceltirse, Allah da o toplumun gidişatını olumlu yönde değiştirir. Bu, pasif bir bekleyiş değil, aktif bir çaba gerektirir.
7. Bireysel Sorumluluk ve Tevbe Kapısı
Tüm bu toplumsal sorunlar ve yozlaşma tablosu karşısında, bireyin kendini çaresiz hissetmesi muhtemeldir. Ancak Kur'an, sadece toplumsal bir değişimden değil, aynı zamanda bireyin kendi iç dünyasında başlayacak bir dönüşümden bahseder. Zira bir toplum, onu oluşturan bireylerden bağımsız değildir. Toplumun düzelmesi, her bir bireyin kendi ahlakını düzeltmesiyle başlar.
Bu bağlamda en önemli sorumluluklardan biri, iyiliği emredip kötülükten nehyetme (emr-i bi'l-ma'rûf nehy-i ani'l-münker) ilkesidir. Bir mümin, çevresindeki yanlışlıklara seyirci kalmamalı, gücünün yettiği ölçüde hak ve hakikati savunmalıdır. Kur'an, bu vazifeyi üstlenenlerin kurtuluşa ereceğini müjdeler:
> "İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir ümmet bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Âl-i İmrân Suresi, 104)
>
Bu, sadece eleştirmek değil, aynı zamanda çözümün bir parçası olmaktır. Makalenin tamamında ele aldığımız tüm olumsuzluklara rağmen, Allah'ın rahmet kapısı her zaman açıktır. Riya, zulüm, yalan gibi günahlarla kirlenmiş bir kalp dahi, samimi bir tevbe ile arınabilir. Tevbe kapısı, umutsuzluğun en karanlık anında bile bir çıkış yolu sunar.
8. Sona Doğru: Allah'ın Nurunun Tamamlanması
İnsanoğlunun kurduğu bu sahte düzenler, zulümler ve entrikalar ne kadar büyük görünürse görünsün, sonsuz ve mutlak olan Allah'ın iradesi karşısında zayıftır. Zulmedenler ve hilekarlar, kendi planlarının kusursuz olduğuna inanabilirler, ancak Allah'ın adaleti ve hikmeti her türlü insan planını alt edebilir. Kur'an, bu gerçeği, Hz. İsa'ya kurulan tuzağı anlatan ayette net bir şekilde ortaya koyar:
> "Ve mekerû ve mekerallâh, vallâhu hayrul mâkirîn."
> "Onlar (inkarcılar) tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır." (Âl-i İmran Suresi, 54)
>
Bu ayet, hakikat yolunda olanlar için en büyük teselli ve güvence kaynağıdır. Ne kadar sinsi ve büyük olursa olsun, hiçbir insan planı Allah'ın planı alt edemez. O'nun planı, daima en adil, en hikmetli ve en nihai olandır.
Tüm canlılar yok olacak, bedenler toprağa karışacak olsa da, hak ve hakikat asla kaybolmayacaktır. Kötülüklerin yayılmasına, yalanların çoğalmasına rağmen, Allah'ın nuru tüm bu karanlıkları aydınlatacaktır. Zalimler ne kadar engel olmaya çalışırsa çalışsın, bu ilahi ışığı söndüremezler.
> "Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır." (Saff Suresi, 8)
>
Sonuç olarak, bu makale boyunca ele aldığımız tüm yozlaşma, zulüm ve ikiyüzlülük, aslında fani dünyanın geçici bir sınavıdır. Hakikat yolcusunun görevi, bu fırtınanın ortasında bile sarsılmaz bir imanla ayakta kalmak, haksızlığa karşı direnmek ve Allah'ın nihai zaferine olan inancını korumaktır. Çünkü sonunda galip gelecek olan, daima hakikattir.
Kaynaklar
Bu makalede alıntı yapılan ayetlerin tamamı, Kur'an-ı Kerim'den alınmıştır. Türkçe meallerinde en çok başvurulan kaynaklardan faydalanılmıştır.
* Âl-i İmran Suresi: 54 ve 104. ayetler.
* Bakara Suresi: 11, 12 ve 79. ayetler.
* En'am Suresi: 116. ayet.
* Enfâl Suresi: 53. ayet.
* Hadid Suresi: 20. ayet.
* Hucurat Suresi: 12. ayet.
* Ma'un Suresi: 4, 5 ve 6. ayetler.
* Mü'minun Suresi: 55 ve 56. ayetler.
* Mutaffifin Suresi: 1, 2 ve 3. ayetler.
* Münafikun Suresi: 1. ayet.
* Nisâ Suresi: 58. ayet.
* Saff Suresi: 8. ayet.
* Zümer Suresi: 49. ayet.
* A'la Suresi: 16 ve 17. ayetler.
Derleyen: Cevat ORHAN
Yorumlar
Yorum Gönder