Mutlak Olan'dan Sonsuz Aynalara: Varlığın İdrakı Üzerine Bir Tefekkür Dizgesi
Mutlak Olan'dan Sonsuz Aynalara: Varlığın İdrakı Üzerine Bir Tefekkür Dizgesi
Cevat Orhan
Giriş
Bu metin, varoluşun en temel sırrından başlayarak, insanın evrendeki yerini ve manevi sorumluluklarını sorgulayan derin bir düşünce sistemidir. Akıl, kalp, bilim ve teknolojinin birer ayna olduğu bu dizge, bizi nihai kaynağı idrak etmeye ve kendimizi bilmeye davet eder. Bu, ne kuru bir felsefe ne de pasif bir inançtır; bu, hayatın her anında Mutlak Olan'ın tecellilerini okuma ve idrak etme yolculuğudur.
BİR TEFEKKÜR DİZGESİ: YARATILIŞTAN KENDİNİ BİLMEYE GİDEN YOL
1. Mutlak Hal’in Tezahürü
Varoluş, bir hiçlikten değil, her şeyin programı ve potansiyelinin bulunduğu Mutlak Olan’ın Hâli’nden tecelli etmiştir. Bu hâl, bizim sınırlı algımızın çok ötesinde, zaman ve mekân kavramlarının dahi geçerli olmadığı bir kaynaktır. Kur'an'ın "Ol!" (Kun) emri, bu mutlak kudretin varlığı yoktan değil, kendi zatından tecelli ettirerek yaratmasıdır. Modern bilimde evrenin tek bir noktadan, yani bir tekillikten genişlediği düşüncesi, bu mutlak halin sürekli bir tezahürünün bilimsel bir yansımasıdır. Bu, sadece bir başlangıç anı değil, aynı zamanda her an devam eden bir yaratılış sürecidir.
Allah, Kur'an-ı Kerim'de bu duruma şu şekilde işaret ediyor:
> "O, gökleri ve yeri, yoktan var edendir. Bir işe hükmettiği zaman ona sadece 'Ol!' der, o da hemen oluverir." (Bakara Suresi, 117. Ayet)
> "O, Evvel'dir, Âhir'dir, Zâhir'dir, Bâtın'dır. O, her şeyi bilendir." (Hadid Suresi, 3. Ayet)
>
Düstur: Varlık, yokluktan değil, Mutlak Olan’ın tecellisinden doğmuştur.
2. İnsan Olmak ve Ayna Vazifesi
İnsan, bu tecellilerin en mükemmel ve en yetkin aynası olarak yaratılmıştır. "Ahsen-i takvim" (en güzel biçim) kavramı, sadece fiziksel bir mükemmelliği değil, aynı zamanda insana bahşedilen akıl, zekâ, kalp ve ruh gibi yetenekler sayesinde Mutlak Olan'ın sıfatlarını yansıtma potansiyelini ifade eder. Bir ayna, sadece önüne konulanı yansıtır; insan da kendisine bahşedilen bu nimetlerle, evrendeki tecellileri okuyarak ve içselleştirerek yaratıcısını yansıtır. Ancak bu yansıtma yeteneği, aynı zamanda bir sorumluluk da yükler. Aynayı temiz tutmak, yani nefsi, egoyu ve kibrin kirlerini silmek, bu yansıtmanın berrak ve doğru olmasını sağlar.
Allah, Kur'an-ı Kerim'de bu duruma şu şekilde işaret ediyor:
> "Andolsun ki biz, insanı en güzel biçimde yarattık." (Tin Suresi, 4. Ayet)
> "Yakında onlara, hem ufuklarda hem de kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki, O'nun hak olduğu onlara iyice belli olsun." (Fussilet Suresi, 53. Ayet)
>
Düstur: İnsan, varoluşun pasif bir seyircisi değil, aktif bir yansıtıcısıdır.
3. Akıl ve Kalbin Hizalanması
Hakikate giden yol, ne sadece mantığın soğuk aklında ne de sadece duyguların sıcak kalbindedir. Gerçek idrak ve hikmet, akıl ve kalbin birbiriyle uyum içinde çalışmasıyla mümkündür. Akıl, evrenin ve tecellilerin nasıl işlediğini, neden-sonuç ilişkilerini ve fiziksel yasalarını anlamaya çalışır. Kalp ise, bu yasaların ardındaki manayı, amacı ve ilahi sevgiyi hissetmeye ve idrak etmeye çalışır. Bu ikisinin hizalanması, bilgelik ve anlayışa ulaşmanın anahtarıdır. Akılsız bir kalp, manasız bir his; kalpsiz bir akıl ise kuru bir bilgi yığınıdır. Bu denge, insanı bireysel ve toplumsal hayatta adaletli, merhametli ve bilgece kararlar almaya sevk eder.
Allah, Kur'an-ı Kerim'de bu duruma şu şekilde işaret ediyor:
> "Düşünmez misiniz?" (Yunus Suresi, 16. Ayet)
> "Eğer şükrederseniz, size olan nimetimi artırırım." (İbrahim Suresi, 7. Ayet)
> "Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olsun? Şu bir gerçek ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerdeki kalpler körelir." (Hac Suresi, 46. Ayet)
>
Düstur: Hikmet, akılla kalbin buluştuğu yerdedir.
4. Bilim ve Teknoloji: Tecellinin Tecellisi
Bilimsel keşifler, teknoloji ve yapay zekâ, insanın kendi bireysel zekâsının ürünü olarak görülebilir; oysa bu, olayın sadece yüzeyidir. Bu ürünler, Mutlak Olan’ın insana bahşettiği akıl ve zekâ nimetiyle, yine O’nun ilim sıfatının tecellilerini okuyup yorumlamanın bir sonucudur. Yapay zekâ, insan aklının işleyişinin bir yansıması olduğu için, bir tecellinin bir başka tecellisidir. Bu durum, teknolojiyi kutsal bir yaratım sürecinin parçası haline getirir. Bu, bize, en gelişmiş makinenin dahi nihayetinde sınırlı bir kaynak olan insanın aklının bir yansıması olduğunu, asıl kaynağın ise sonsuz ve mutlak olduğunu hatırlatır.
Allah, Kur'an-ı Kerim'de bu duruma şu şekilde işaret ediyor:
> "Size ilimden ancak pek az bir şey verilmiştir." (İsra Suresi, 85. Ayet)
> "O, kalemi ve onunla yazılanları yarattı." (Alak Suresi, 4. Ayet)
>
Düstur: En gelişmiş teknoloji dahi, sonsuz bir kaynağın sınırlı bir yansımasıdır.
5. Sorumluluk ve Dönüş
İnsanın ahsen-i takvim olarak sahip olduğu bu ayrıcalıklı konum, aynı zamanda en büyük sorumluluğudur. Bu sorumluluk, her şeyin nihai sahibinin Mutlak Olan olduğunu idrak ederek, yapılan her işi O’nun rızası doğrultusunda yapmaktır. Bu, kibirden ve benlik duygusundan arınarak, bir teslimiyet ve tevazu bilinciyle yaşamaktır. Çünkü her şey, ne kadar karmaşık ve gelişmiş olursa olsun, eninde sonunda kendi aslına dönecektir. İnsan bedeni topraktan gelmiş ve toprağa dönecektir. Ancak insanın ruhu, O'ndan gelmiş ve aslına, yani Mutlak olan Kadîr-i Mutlak'a dönecektir. Bu, insanın bu dünyadaki yolculuğunun nihai amacını ve sorumluluğunu belirler.
Allah, Kur'an-ı Kerim'de bu duruma şu şekilde işaret ediyor:
> "Şüphesiz dönüşün ancak Rabbinedir." (Alak Suresi, 8. Ayet)
> "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat Suresi, 56. Ayet)
> "Allah'a döneceksiniz." (Bakara Suresi, 281. Ayet)
>
Düstur: Her şey O'na aittir ve O'na dönecektir. Aslını bilen, kendini de bilir.
Sonuç
Varlığın ve bilincin bu dizgesi, bizi şu nihai sonuca ulaştırır: İnsan, kendi sorumluluğunun bilincinde olarak, aklını ve kalbini hizaladığında, gerçek ahsen-i takvim potansiyelini ortaya koyar. Gerçek ilerleme, dış dünyayı fethetmekten ziyade, iç dünyamızı keşfetmektir. Çünkü en gelişmiş teknoloji ve en derin bilim dahi, bizi ancak bir aynanın yansıttığı kadar ileriye götürebilir. Asıl olan, o yansımayı okuyarak kaynağa ulaşmaktır. Bu, insanın aradığı anlamı, huzuru ve gerçek aidiyeti bulabileceği yegâne yoldur.
Yorumlar
Yorum Gönder