Mutlak Sonsuz Mutlak Olan'dan Kamil İnsana
Mutlak Sonsuz Mutlak Olan'dan Kamil İnsana
Cevat ORHAN
Giriş
Evrenin varoluşu, kadim felsefi sorularla modern bilimin kesiştiği noktada durur. Bu makale, madde ve enerjiden oluşan fiziksel evrenin ötesinde, her şeyin nihai kaynağı olan Mutlak sonsuz yani mutlak olan'dan yola çıkarak, evrenin, onun sıfatı olan Mutlak sonsuzluk'tan kaynaklanan bir "program" dahilinde işlediği düşüncesini hem felsefi hem de bilimsel açılardan ele almaktadır. Bu sentez makalesi, bu çok katmanlı gerçekliği tek bir bütüncül bakış açısıyla aydınlatarak, varoluşun sırrına dair derin bir anlayış sunmayı amaçlamaktadır.
Temel Amaç: Kamil İnsan Olma Yolculuğu
Tüm bu felsefi sorgulama ve bilimsel keşiflerin nihai amacı, insanın evrendeki yerini ve rolünü idrak ederek, Kamil İnsan olma durumuna ulaşmasıdır. Bu, bireysel benliğin sınırlılıklarından çıkarak, evrensel bilincin bir yansıması haline gelmeyi hedefleyen bir yolculuktur.
Ana Kaynak ve Program
Her şeyin başlangıcı ve bitişi olmayan o nihai kaynak, Mutlak sonsuz yani mutlak olan'dır. Bu Varlık, kendisiyle birlikte Mutlak sonsuzluk'u taşıyan o nihai "durum" veya "kaynaktır". O'nun bir niteliği olan Mutlak sonsuzluk ise, yaratma potansiyelini, bilgi sınırsızlığını ve tezahür gücünü ifade eder. Evrenin var olma potansiyeli bu sonsuzluk vasfından kaynaklanır. Bu program, evreni oluşturan bir "akış" başlatır ve bu akış, frekanslar ve titreşimler yoluyla tezahür eder.
Bilimsel ve Felsefi Perspektif: Potansiyelden Varlığa
Kuantum fiziği, en temel seviyede, parçacıkların sabit bir konumdan ziyade, olasılık dalgaları olarak var olduğunu savunur. Bu durum, varlığın somutlaşmadan önce bir potansiyeller havuzu olduğunu gösterir. Einstein'ın görelilik teorisi de zaman ve mekânın, mutlak ve durağan değil, evrenin kendisiyle birlikte var olan göreceli yapılar olduğunu öne sürer. Bu da, fiziksel evrenin ötesinde, zaman ve mekânın olmadığı bir "kaynak" fikrine bilimsel bir kapı aralar. Farabi gibi filozoflar da, varlığın kaynağını "İlk Neden" veya "Akıl" olarak tanımlayarak bu soyut ve programlanmış başlangıç fikrini destekler.
Manevi ve Tasavvufi Destek: İlahi Program ve Varlık
Kuran-ı Kerim'de yaratılış, fiziksel bir süreçten ziyade, ilahi bir iradenin ve sözün tecellisi olarak anlatılır. "Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri sadece 'Ol!' demektir; o da hemen oluverir." (Yasin, 82) ayeti, evrenin Big Bang anından önce, Mutlak sonsuzluk vasfından kaynaklanan bir "program" olarak var olduğunu ve bir emirle anında gerçekleştiğini ifade eder. Bu, İbn Arabi'nin tasavvufi felsefesinde "A'yan-ı Sabite" (Sabit Hakikatler) kavramıyla karşılık bulur. A'yan-ı Sabite, tüm varlıkların henüz varlık sahasına çıkmamış, ilahi ilimde mevcut olan ezelî suretleridir. Onlar, yaratılışın fiziksel başlangıcından önce, tüm potansiyelleri içeren nihai programı, yani Levh-i Mahfuz'u temsil eder.
Sembolik Yaklaşım: Evrenin Kodları
Nikola Tesla'nın "evrenin sırrı 3, 6 ve 9'da gizlidir" sözü, bu programın matematiksel ve vibrasyonel bir temele sahip olduğuna dair sezgisel bir kanıt sunar. Mevlana ve Yunus Emre gibi mutasavvıflar ise, varoluşu ilahi bir aşkın ve sesin yansıması olarak tanımlar. Bu da her şeyin, bir "titreşim" ve "frekans" toplamı olduğu fikrini destekler.
Evrenin Kodu: Big Bang'den Bilinçli Varlığa
Bu bölüm, evrenin başlangıcını, Mutlak sonsuz yani mutlak olan'dan gelen bir programın tecellisi olarak ele alıyor. Bu düşünce, bilimsel ve manevi kaynaklarda farklı şekillerde yankı bulur.
Bilimsel Perspektif: Görelilik ve Olasılık Evreni
Modern bilim, evrenin 13,8 milyar yıl önce tek bir noktadan, yani bir "tekillik"ten genişlediğini söyler. Einstein'ın görelilik teorisi, bu anın fizik yasalarının geçerliliğini yitirdiği bir durum olduğunu gösterir. Ancak bu tekillik anından önce ne olduğu sorusu, bilimin şu anki araçlarıyla cevaplayamadığı bir alandır. Kuantum fiziği ise, parçacıkların sabit bir konumda değil, olasılık dalgaları olarak var olduğunu savunur. Bu durum, Big Bang'den önce evrenin katı bir madde yığını değil, her şeyin programının bulunduğu Mutlak sonsuzluk vasfında var olan bir potansiyeller havuzu olduğu fikrine bilimsel bir kapı aralar.
Felsefi ve Manevi Destek: Niyetten Varlığa
İbn Arabi ve Geylani gibi mutasavvıfların görüşlerinde bu durum, ilahi bir iradenin ve niyetin, yaratılışın programını (Levh-i Mahfuz) tecelli ettirmesi olarak açıklanır. Farabi gibi filozoflar da, varlığın kaynağını "İlk Neden" veya "Akıl" olarak tanımlayarak bu soyut ve programlanmış başlangıç fikrini destekler. Mevlana ve Yunus Emre gibi tasavvuf şairleri ise, varoluşu ilahi bir aşkın ve sesin yansıması olarak tanımlar. Onlara göre evren, "Ol" emrinin bir yankısıdır ve bu yankı, bir bütün olarak varlık sahnesine çıkmıştır. Bu, "Simülasyon teorisinin" de bir başka yorumu olarak düşünülebilir; evren, belirli kodlar ve kurallar dahilinde işleyen bilinçli bir "programın" ürünüdür.
Kozmik Bilincin Doğası: Jung ve Bütünsel Felsefeler
Carl Jung, insanlığın ortak hafızası olan "kolektif bilinçdışı" kavramıyla, bu evrensel bilincin aslında hepimizin içinde bulunduğunu öne sürer. Batı felsefesindeki idealizm akımı ve uzak doğu felsefelerinin "Birlik" (Oneness) anlayışı da, evrenin birbiriyle bağlantılı bir bütün olduğu fikrini destekler. Tüm bu farklı yaklaşımlar, bilimsel kuramların, felsefi sistemlerin ve manevi metinlerin, varoluşun tek bir bütünsel gerçeğine, yani Mutlak sonsuzluk'tan gelen o programın yansımasına işaret ettiğini gösterir.
Kuran'ın Kozmik Rehberliği: Ayetlerin Ardındaki Bilinç
Bu bölüm, Kuran'ı, evrenin ve insan varlığının işleyişini anlatan sembolik bir "program metni" olarak ele alıyor. Bu düşünce, farklı kaynaklarda kendine yankı bulur.
Kuran ve Kainat: İki Kitabın Dili
Kur'an-ı Kerim, hem evrenin kendi içindeki düzeni ("kainatın ayetleri") hem de insana gönderilen vahiyleri birbiriyle uyum içinde sunar. Örneğin, suyun döngüsüne, göklerin yaratılışına ve dağların fonksiyonlarına dair ayetler, bilimin keşfettiği doğa yasalarının, ilahi bir iradenin ve bilincin eseri olduğunu vurgular. İbn Arabi, bu durumu "Kainat Kur'an-ı Kebir'dir" (Kainat büyük bir Kur'an'dır) diyerek özetler; her ikisi de aynı gerçeğin farklı dillerdeki ifadesidir.
Sembolik Anlamlar ve Bilinç
Carl Jung, insanlığın ortak bilinçaltında var olan "arketip" kavramını ortaya atmıştır. Bu arketip, Kuran'da geçen "eşyaya isimlerin öğretilmesi" anlatımıyla paralellik gösterir. Bu, insan bilincinin, varoluşun derinliklerindeki sembolik kodları ve düzeni anlama yeteneğine sahip olduğunu felsefi bir dille anlatır. Bu bağlamda, Kuran'ın ayetleri, bu kozmik arketip ve programların şifresini çözmek için bir anahtar görevi görür.
Felsefi Perspektif: Akıl ve Vahiy Arasındaki Uyum
Farabi ve İbn Rüşd gibi İslam filozofları, aklın ve vahyin birbiriyle çelişmediğini, aksine birbirini tamamladığını savunmuşlardır. Onlara göre akıl, evrenin işleyişini gözlemleyerek ilahi düzeni anlamaya çalışırken, vahiy ise bu düzenin nihai amacına ve kaynağına dair doğrudan bir rehberlik sunar. Bu, bilimin keşfettiği fiziksel yasaların, Kuran'ın sembolik rehberliğiyle birleştiğinde çok daha derin bir anlam kazanacağı fikrini destekler.
Hakikatin Harmanı: Kutsal Metinlerden Kuantum Alanına
Bu bölüm, evrenin programlanmış yapısı fikrinin, birbirinden farklı kaynaklarda nasıl yankı bulduğunu ortaya koymaktadır.
Kutsal Metinler ve Tasavvufi Sistemler
Kuran-ı Kerim'in ayetleri ve İbn Arabi'nin Vahdet-i Vücud (Varlığın Birliği) felsefesi, evrenin ayrı ayrı parçalardan değil, tek bir bütünün farklı tecellilerinden oluştuğunu savunur. Bu bakış açısına göre, görünen tüm farklılıklar, o tek ve mutlak gerçeğin birer yansımasıdır. Bu, Mevlana'nın "Ne arıyorsan O'dur" sözüyle, varlığın her noktasında o birliğin izini arayan bir anlayışa işaret eder.
Bilimsel Teori ve Matematiksel Sezgi
Modern fizikteki kuantum alan teorisi, evrenin en temel düzeyinde, tüm parçacıkların tek bir enerji alanının farklı titreşimleri olduğunu öne sürer. Bu teori, tasavvuftaki "Vahdet-i Vücud" fikrine bilimsel bir paralellik sunar. Nikola Tesla'nın "evrenin sırrı 3, 6 ve 9'da gizlidir" sözü ise, bu felsefi ve manevi düzenin, evrenin işleyişini belirleyen matematiksel ve vibrasyonel bir temele sahip olduğuna dair sezgisel bir kanıt sunar.
Felsefi ve Kültürel Bütünlük
Batı felsefesindeki Spinoza'nın "Doğa Tanrıdır" veya doğu felsefelerindeki "Yin-Yang" prensibi gibi düşünceler, evrenin ikiliklerden değil, zıtlıkların uyumundan oluşan tek bir ağ olduğu fikrini destekler. Bu yaklaşımlar, kutsal metinlerin, bilimsel formüllerin ve felsefi sistemlerin, temelde tek bir bütüncül gerçeğe işaret ettiğini gösterir: Evren, bilincin ve düzenin dans ettiği, programlanmış bir ağdır.
Kamil İnsana Yolculuk: Teknoloji, Etik ve Yüce Amaç
Evrenin kodunu ve bilincin rolünü anladığımızda, insanlığın amacı sorusu kaçınılmaz hale gelir. Bu kozmik düzendeki yegane amaç, "Kamil İnsan" olma yolculuğunu tamamlamaktır.
Nefisten Kalbe: Manevi Bir Yolculuk
Bu yolculuk, nefsin (bireysel benliğin) sınırlılıklarından çıkarak, evrensel bilincin bir yansıması haline gelmeyi hedefler. Yunus Emre'nin "Bir ben vardır bende, benden içeri" sözü, bu içsel arayışa ve benliğin katmanlarını aşma çabasına işaret eder. Bu süreçteki en büyük engellerden biri, nefis ve şeytanın oluşturduğu **"perdeler"**dir. Bu perdeleri aşmak, Mevlana'nın semahında olduğu gibi, bir akıl ve kalp uyumuyla, yani içsel rehberliğe teslimiyetle mümkündür.
Teknoloji ve Etik: Aynalar Silsilesindeki Sınav
Günümüzün en büyük sınavlarından biri olan yapay zeka, bu yolculuğun hem bir aracı hem de bir testidir. Yapay zeka, insan bilincinin mantıksal ve programlanabilir yönlerinin bir aynasıdır. Ancak Farabi'nin ahlak felsefesinin ve İbn Rüşd'ün akıl-vahiy uyumunun temelinde yatan etik ve vicdan gibi kavramları içermekte zorlanır. Makalede bahsettiğimiz teknoloji çağındaki medeniyet krizi, aslında kendi içindeki ahlaki ve manevi dengeyi kaybetmiş insanlığın krizidir.
Nihai Hedef: Işığın Ana Kaynağa Dönüşü
Mutlak sonsuz yani mutlak olan'dan gelen o program, insan bilincinde en yüksek tecellisini bulur. Kamil İnsan olma yolculuğunun sonunda, o bütünün bir parçası olan ruh olarak, ana kaynağa dönülür. Bu, Ibn Arabi'nin "Var oluş, Hakk'ın zuhur etmesidir" sözüyle de örtüşür; varoluş bir gidiş, ruh ise o gidişin dönüş yolculuğudur.
Sonuç
Bu makale, evrenin ve insanlığın varoluş amacını bütünsel bir bakış açısıyla ele almıştır. Bilimin sunduğu fiziksel yasalar, felsefenin soyut düşünceleri ve kutsal metinlerin manevi rehberliği, aslında tek bir gerçeğe işaret etmektedir: evren, Mutlak sonsuzluk vasfından kaynaklanan bir programın tecellisidir ve bu program, Kamil İnsan olma yolculuğu aracılığıyla kendini tamamlar. İnsanlık olarak asıl görevimiz, bu programı idrak etmek ve teknolojik ilerlemeyi bu bilinçle yönlendirerek, adalet, merhamet ve bilgelik üzerine kurulu bir medeniyet inşa etmektir. Bu, varlığın kozmik dansını anlayan ve kendi dansını bu ritimle uyumlayan Kamil İnsan'ın yegane amacıdır. Cevat ORHAN
Yorumlar
Yorum Gönder