Kadir-i Mutlak'ın Emrinde: “Mutlak Hiçlik” Kavramı Üzerinden Bilimsel Determinizme Eleştiri
Kadir-i Mutlak'ın Emrinde: “Mutlak Hiçlik” Kavramı Üzerinden Bilimsel Determinizme Eleştiri
Meçhul Bilge Cevat ORHAN
ÖZET (Abstract)
Bu makale, modern bilimin ve pozitivist ideolojilerin, hakikati tanımlama yetkinliğini sorgulamaktadır. Felsefi bir sorgulama ekseninde, "Kadir-i Mutlak" olan Varlık'ın Mutlak Sonsuz ve La Mekan/La Zaman nitelikleri ele alınır. Tartışmanın merkezinde, Mutlak Hiçlik kavramı, yaratılmış evrenin ve tüm bilgi sistemlerinin (Bilim) nihai kaynağı ve programı olarak konumlandırılır. Makale, bilimin yalnızca olayların "Nasıl?" gerçekleştiği mekanizmasına odaklanarak "Niçin?" ve "Kim?" sorularını dışlamasını, 5N1K kuralı üzerinden analiz eder. Bu sınırlı yaklaşımın, ideolojiler (Kapitalizm, Sosyalizm vb.) aracılığıyla Tefekkür ve Akletme boyutunu nasıl kapattığını ve insan idrakini dar bir alana hapsederek köleleştirdiğini öne sürer. Nihayetinde, bilimsel determinizmin, Mutlak İrade'ye tabi olan evrensel düzeni açıklamada yetersiz kaldığı savunulur. Bu bağlamda makale, bilimin sınırlarını aşarak, insanın yeniden “ilmi idrak” ile Mutlak’a yönelmesi gerektiğini savunur.
Bölüm 1: Kavramsal Çerçeve: İlim, Bilim ve Etimolojik Daralma
İnsanlık tarihi boyunca bilgi arayışı, daima varoluşun en temel itici gücü olmuştur. Türkçedeki "İlim" ve "Bilim" kelimeleri ile İngilizcedeki "Science" kavramı, kökensel olarak kapsamlı bilme ve idrak etme eylemine dayanır (Arapça: Alime, Latince: Scire).
Bu köken genişliğine rağmen, modern dönemde "Bilim" kavramı, özellikle pozitivist felsefenin etkisiyle daraltılmıştır. İlim, hikmeti, amacı ve nihai sebebi (Niçin?) kapsayan mutlak ve derin bilgi anlamına gelirken; Bilim (Pozitif Bilimler), kendini yalnızca gözlemlenebilir, ölçülebilir ve deneysel olarak kanıtlanabilir süreçlerle sınırlandırmıştır.
Bu daralma, bilimi, olayların sadece mekanizmasını inceleyen bir araç konumuna indirgemiştir. Bu durum, bilgi arayışımızı yüzeysel bir seviyeye hapsederek, Mutlak Hakikat'e giden yolda ciddi bir bariyer oluşturmaktadır.
Bölüm 2: Mutlakiyetin Tanımı: Mutlak Hiçlik ve Sonsuz Kudret
Makalenin temel referans noktası, "Kadir-i Mutlak" olan Varlık'ın tanımında yatar. Bu Varlık, La Zaman (zamandan münezzeh), La Mekan (mekandan münezzeh), Ezeli (başlangıcı olmayan) ve Ebedi (sonu olmayan) niteliklere sahiptir.
Bu aşkınlık (transandans), Varlık'ı yaratılmış olan her şeyden farklı kılar ve onu Mutlak Hiçlik olarak tanımlama ihtiyacını doğurur. Bu tanım, yokluk anlamında değil; O'nun, bizim var olarak algıladığımız hiçbir sınırlı kavrama, maddeye veya bilince indirgenemeyeceği anlamında bir Hiçliktir.
Mutlak Hiçlik, bu bağlamda, her şeyin programının, potansiyelinin ve nihai planının bulunduğu, Levh-i Mahfuz’un bile üstünde olan o nihai **“kaynak”**tır. Bu kaynak, aynı zamanda Mutlak Sonsuz bir kudretin tezahürüdür; O’nun kudreti, tüm evrenin ve boyutların yaratılıp yok edilme gücünü taşır. Dolayısıyla, bu Mutlak Varlık’ın iradesi, sorgulanamaz ve engellenemezdir (Wallahu gālibun ‘alā emrih). İşte bu Mutlak İrade’nin mutlaklığı karşısında, sınırlı insan aklının ürünü olan bilimsel yaklaşımın zayıflıkları belirginleşir.
Bölüm 3: Bilimin Sınırları ve “Nasıl?” Sorununun Sorunluluğu
Pozitif bilimler, olayları gözlem, deney ve ölçüm yoluyla analiz ederek yalnızca “Nasıl?” sorusuna cevap verebilmektedir. Bir hava akımını “türbülans” olarak adlandırmak, bir çatışmayı “kurşunların karşılıklı atılması” olarak tanımlamak, olayın sadece mekanizmasını açıklamaktır.
Oysa gazetecilikte bile bir olayın hakikatini anlamak için 5N1K (Ne, Nerede, Ne Zaman, Kim, Niçin, Nasıl) kuralı kullanılır. Bilim, bu altı sorudan yalnızca birine cevap verir: “Nasıl?”.
Bir olayın nihai anlamı ise “Niçin?” (Olayın amacı neydi?) ve “Kim?” (Olayı takdir eden, emri veren kimdi?) sorularında gizlidir. Bilimin bu soruları dışlaması, elde edilen bilginin eksik kalmasına yol açar.
— Bir Vaka Çalışması: Çalınan Zafer
Bu eleştirel duruşu, bireysel irade düzleminde bir örnekle somutlaştıralım. Merhum Doğan Cüceloğlu'nun aktardığı bir anı, bilimin "Nasıl?"a odaklanmasının ontolojik maliyetini açıkça ortaya koyar:
Bir profesör, araştırma asistanının (anlatıcının) alçak bir koltuğa tırmanmaya çalışan küçük oğluna yardım ettiğini görür. Çocuk defalarca denese de başarılı olamazken, asistan koltuk altlarından tutarak çocuğu bir anda yukarı çıkarır. Profesör asistanına sorar: "Niye yaptın?" Asistan, "Çıkmaya çalışıyordu," der. Profesör ise cevap verir: "Sen onun zaferini çaldın."
Bu vaka, bilimsel indirgemeciliğin bir yansımasıdır. Asistan, eyleme teknik olarak yaklaşmıştır: "Çocuk çıkamıyor, ben de onu nasıl çıkaracağımı biliyorum." Bu, "Nasıl?" sorusunun getirdiği anlık, mekanik çözümdür. Oysa baba (Gary), eyleme amacından (Niçin?) ve iradeden (Kim?) bakmıştır. Çocuğun tırmanma mücadelesi onun "zaferi" olacak, kendi iradesinin (Kim?) tezahürüyle birlikte "başarma amacını" (Niçin?) gerçekleştirecekti. Dışarıdan gelen her mekanik "yardım" (Nasıl?), bireyin kendi iradesiyle elde edeceği nihai anlamı, yani zaferi çalar.
Evrensel düzlemde de Bilim, olayların sadece "Nasıl?"ını açıklayarak, Mutlak İrade'nin (Kim?) ve onun koyduğu nihai amacın (Niçin?) varoluşsal zaferini insan idrakinden çalmakta, bizi sadece mekanik bir dünyaya hapsetmektedir.
Bilim, kendi yöntemini evrenin tek açıklayıcısı saydığı an, Hakikat’in yerine geçen bir ideolojiye dönüşür. Zira evrendeki hiçbir olay, Mutlak İrade’nin hükmü dışında değildir.
Bölüm 4: İdeolojik Hapsetme: İzmler ve Tefekkürün Engellenmesi
Bilimin yalnızca “Nasıl?” sorusuna odaklanması, modern ideolojiler için elverişli bir zemin oluşturmuştur. Pozitivizm ve determinizmin gölgesinde şekillenen Kapitalizm, Sosyalizm ve benzeri tüm “izm”ler, insan idrakini daraltmış; varlığı maddi olana indirgemiştir.
Bu sistemler, Kadir-i Mutlak olanın hikmetini (Niçin?) dışlayarak, insanı yalnızca üretim, sınıf veya tüketim merkezli hedeflere yöneltmiştir. Bu, bilginin özündeki tefekkür ve akletme boyutunu kapatmak anlamına gelir.
“Oku” emri de bu bağlamda yanlış yorumlanmıştır. Bu emir, yalnızca doğayı gözlemlemeyi değil, aynı zamanda Yaratıcı’nın Mutlak İradesini idrak etmeyi kapsar. İzmler ise, insanı Tanrı’nın yerine kendi ideolojik yapıları olan devleti, partiyi veya piyasayı koymaya zorlar. Böylece insan, kendi elleriyle yaptığı putlara tapar hale gelir — bu da modern paganizmin en rafine biçimidir.
Bölüm 5: Sonuç ve İdrak Çağrısı
Bu makale, Bilim ve İlim arasındaki farkın yalnızca terminolojik değil, aynı zamanda ontolojik bir zorunluluk olduğunu göstermiştir.
Mutlak Sonsuz olan Kadir-i Mutlak’ın emri karşısında bilimsel determinizm yetersizdir. Bilim, “nasıl”ı açıklayabilir ama “niçin”i ve “kim”i asla.
Bu eksiklik, ideolojiler tarafından kullanılarak insanlığın idrak gücünü köreltmiş, onu maddi hedeflere tapan bir uygarlığa dönüştürmüştür.
Hakiki İlim, en küçük olaydan (rüzgarın iki ağacı sallaması) en büyüğüne kadar her şeyin Mutlak İrade’ye tabi olduğunu idrak etmekle mümkündür.
Zira Hakiki İlim, sadece bilmenin değil, O’nun kudreti karşısında idrak ederek teslim olmanın hikmetinde yatar.
Under the Command of the Almighty: A Critique of Scientific Determinism through the Concept of “Absolute Nothingness”
The Unknown Sage Cevat ORHAN
ABSTRACT
This article questions the authority of modern science and positivist ideologies in defining truth. Within a philosophical framework, it explores the attributes of the “Almighty Being” — the One who is absolutely Infinite, beyond time (La Zaman) and beyond space (La Mekan). At the center lies the concept of “Absolute Nothingness,” positioned as the ultimate source and program of the created universe and all systems of knowledge (Science). The study analyzes how science, by focusing solely on the mechanism of “How?” events occur, excludes the questions “Why?” and “Who?”, following the journalistic rule of 5W1H. It argues that this narrow focus, amplified through ideologies (Capitalism, Socialism, etc.), suppresses contemplation (Tafakkur) and reasoning (Aql), thus enslaving human perception. Ultimately, it claims that scientific determinism fails to explain the universal order governed by the Divine Will. The article concludes that humanity must transcend the limits of science and reorient itself toward the Absolute through “enlightened knowledge” ('Ilm al-Idrak).
Section 1: Conceptual Framework – ‘Ilm, Science, and the Etymological Contraction
Throughout human history, the pursuit of knowledge has always been the primal driving force of existence. The Turkish words İlim and Bilim, and the English word Science, all stem from roots meaning “to know” and “to perceive” (Alime in Arabic, Scire in Latin).
Despite this wide etymological scope, the modern term “Science” has been narrowed, especially under the influence of positivism. İlim refers to deep, purposeful, and transcendent knowledge encompassing the question of “Why?”, while modern Science confines itself to observable, measurable, and empirically verifiable phenomena.
This contraction has reduced science to a mere tool of mechanism, trapping human understanding within superficial layers and creating a barrier on the path toward Absolute Truth.
Section 2: The Definition of Absoluteness – Absolute Nothingness and Infinite Power
The main reference point of this article lies in the definition of the “Almighty Being.” This Being is beyond time (La Zaman), beyond space (La Mekan), eternal (without beginning), and everlasting (without end).
Such transcendence distinguishes this Being from all created entities and necessitates defining It as “Absolute Nothingness.” This is not “nothingness” in the sense of nonexistence, but rather a state beyond all conceptual and material comprehension.
“Absolute Nothingness” thus represents the supreme source — the metaphysical domain above even the Preserved Tablet (Levh-i Mahfuz) — where all potentialities and cosmic programs originate. This Source manifests Infinite power: the ability to create and annihilate all dimensions of existence. Hence, Its Will is unquestionable and irresistible (Wallahu gālibun ‘alā emrih). Against this boundless Will, the limitations of human reason and scientific methodology become evident.
Section 3: The Limits of Science and the Problem of “How?”
Scientific methodology, grounded in observation and experimentation, only answers the question “How?”. Naming an air movement “turbulence” or describing a conflict as “an exchange of bullets” explains the mechanism, not the essence.
Even in journalism, the rule of 5W1H (What, Where, When, Who, Why, How) is essential to capture truth. Science, however, answers only one — “How.”
The ultimate meaning of any event is hidden in the questions “Why?” (What was the purpose?) and “Who?” (Who ordained it?). By excluding these questions, science produces incomplete knowledge.
— A Case Study: The Stolen Victory
To concretize this critical stance on the level of individual will, let us examine an anecdote shared by the late Doğan Cüceloğlu:
A professor observes his research assistant (the narrator) helping his young son, who is struggling to climb onto a low leather armchair. After the child repeatedly fails, the assistant lifts him under the armpits and says, “Up we go!” The professor turns to the assistant and asks, "Why did you do that?" The assistant replies, "He was trying to climb." The professor then says: "You stole his victory."
This case is a reflection of scientific reductionism. The assistant approached the action technically: "The child can't climb, and I know how to get him up." This is the instant, mechanical solution derived from the "How?" question. Yet, the father (Gary) viewed the action through the lens of purpose (Why?) and will (Who?). The child's struggle would have been his "victory," realized through the manifestation of his own will (Who?), achieving the goal of mastery (Why?). Every mechanical "help" (How?) from an external source steals the ultimate meaning—the victory—that the individual was meant to achieve through their own will.
On a universal level, Science, by focusing solely on the "How?" of events, is stealing the existential victory of the Divine Will (Who?) and Its ultimate purpose (Why?) from human perception, trapping us in a merely mechanistic world.
Once science assumes its method as the sole means of explaining reality, it transforms from a tool into an ideology that replaces Truth itself. For nothing in the universe occurs outside the decree of the Divine Will.
Section 4: Ideological Imprisonment – The ‘Isms’ and the Suppression of Contemplation
By confining itself to “How?”, modern science has paved the way for ideologies. Under the shadow of positivism and determinism, systems like Capitalism and Socialism have narrowed human perception, reducing existence to the material.
These ideologies reject the Divine purpose (“Why?”), directing humanity toward worldly goals — production, class struggle, or consumption. This erases the innate dimensions of contemplation (Tafakkur) and reflection (Aql).
The divine command “Read” (Iqra’) has likewise been misinterpreted. It encompasses not only studying creation but also perceiving the Creator’s Absolute Will. Ideologies, however, compel humanity to replace God with artificial constructs — the state, the market, the party — thereby reintroducing refined paganism into the modern age.
Section 5: Conclusion and the Call to Perception
This study demonstrates that the distinction between Science and İlim is not merely linguistic but ontological.
Before the command of the Absolute Infinite, scientific determinism stands insufficient. Science can explain “how,” but never “why” or “who.”
This deficiency has been weaponized by ideologies to dull human perception and to turn civilization into one that worships material goals.
True Knowledge (Hakiki İlim) lies in realizing that every event — from the smallest breeze moving two trees to the greatest cosmic transformation — unfolds under the Absolute Will.
For true knowledge is not merely knowing, but perceiving and surrendering before the infinite power of the One.
Cevat ORHAN
Yorumlar
Yorum Gönder